Hiçbir güzel şeyin kalıcı olmayacağına, her şeyin bir sonu
olduğuna dair bir inanç geliştirmişim içimde. Masalların sonu hep and they lived
happily after… diye biter. İşte ben buna inanmıyorum. Kaybetme korkum olduğunu
biliyordum ama bu korkuyu yenme şeklimin her zaman en kötü sonucu düşünme
olduğunu fark etmemiştim.
Güzel bir şey mi oluyor hayatımda, hoop hemen kötü sona
hazırlıyorum kendimi. Ucunda nasılsa hayal ve kalp kırıklığı olacak, o yüzden
kendimi alarm haline alıyorum. Bu
şekilde düşüne düşüne yaşadığım hiçbir mutluluğun keyfine varamıyorum. Hep
tetikteyim. Belki de bilinç altımda hiç bir güzelliği hak etmediğimi
düşünüyorum. Biri bana seni seviyorum dese, hı hı evet bunu iki ay sonra bir daha
konuşalım diye geçiriyorum içimden. Biri benden hoşlansa nasılsa ilerde
hoşlanmayacak diyorum, o adımı atmıyorum.
Kimseye bağlanamıyorum. Çünkü ölesiye korkuyorum. Hayal
kuramıyorum, umut edemiyorum. Her şeye sil baştan başlamak, yelkenleri indirip mutlu
olmayı dilemek bile korkutuyor beni. Oysa bir zamanlar içimden dolup taşan bir
sevgi duygusu vardı. Bir insanı, çiçeği, kelebeği her şeyi ama her şeyi çok
severdim. Herkese sevgimi vereyim, herkes mutlu olsun adlı ütopik bir dünyam
vardı. Sevdiği şeyleri kaybedince böyle oluyormuş demek ki insan.
Eleştirirdim maskesi olanları. Anlayamazdım bir insanın
neden duygularını gizlediğini. Sevgini dağıtmak en güzel şeydi benim için. Bir
insan sevmeyi ve sevilmeyi neden redderdi
ki? Herkesin içinde korktuğu bir dünyası varmış işte.
Bu yazdıklarımı durduk yere neden mi düşündüm? İzlediğim bir
filmin tek bir cümlesi kafamda şimşekler çaktırdı. “Mutlu olmak istiyorum.
Herkes gibi. Mutluluk bir trendi ve iki durak geride kaldı.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder