28 Kasım 2012 Çarşamba

İşsizler Ordusu, Hello !

Gün itibariyle işten çıkalı 1 ay oldu. Ben normalde hafta sonları bile yapacak bir şey bulamaz, Pazartesi olsa da işe gitsem derdim. Böyle bir insanken içine düştüğüm boşluğu tahmin etmek çok zor değil. İşten çıktığımın ertesi günü sabah alarmım çaldı ve ben otomatik hareketlerle yataktan kalktım, sonra da gerçekler tokat gibi indi yüzüme. Hayatımda ilk kez daha fazla uyuyacağım için mutsuz oldum. Başka bir ilki de Pazar günü yaşadım. Pazartesi sendromunu ilk kez işe gitemeyeceğim için yaşadım. Herkes yarın işe gidecek, e ben ne yapacağım evde diye hayıflandım.

 Yazın bitmesiyle annem ve anneannem yazlıktan döndü. Bir anda bekar hayatım sonlandı. Ve bütün günümüz üç nesil göt göte oturmakla geçiyor. Evden kaçayım, biraz nefes alayım diye spora yazıldım ama annem sagolsun aa ben de geleyim diye tutturdu. Orada da göt göteyiz. Bütün arkadaşlarım çalıştığı için gündüz hiç biriyle görüşemiyorum. Bazen kitabımı alıp, kendimi Starbucks'a atıyorum ama yine de günün sonunda evin yolunu tutuyorum.

Hala kabullenemediğim için iş başvurularına da pek ağırlık vermiyorum. Hayatımın hiç bir şey yapmak istememe dönemindeyim. Sanki bütün enerjim çekilmiş, ben hayatımı dışarıdan seyre durmuşum gibi. Bugüne kadar tek iş görüşmesine gittim, ona da içim sinmedi. Tek istediğim eski hayatımı, eski düzenimi geri almak. Bir anda iki yıllık alışkanlıklarım, hayatımın günlük akışı yok oldu.. Onlarla beraber ben de yok oldum.

Ofistekilerle hala görüşüp, konuşuyorum.İşleri hayatları olduğu için tek konuştukları şey ofisde neler olduğu. Fark ettim ki bunları dinlemek beni yaralıyor. Ben de ofiste olabilir, ben de bu sohbetlerin, olayların içinde yer alabilirdim diye üzülüyorum. Onlarla görüşüp, konuştukça, ofis hakkında bilgi aldıkça eski iş yerimi kafamda bitiremiyorum, bağlarımı koparamıyorum. Bir tarafım hala orada. Saçma gelecek kulağa biliyorum ama hayatıma devam edebilmem için onları geride bırakmam lazım. Beni unutacaklar diye korkarken, benim onları unutmam gerektiğini anlamam kaderin bana gıcıklığı olsa gerek.

Hayatta kapılar kapanır, daha sonra başka kapılar açılır diye avutuyorum kendimi. Tek dileğim herşeyin eskisinden daha güzel olması....


2 Kasım 2012 Cuma

SONbahar

Ekim'in lanetine inanmamam için artık hiçbir sebebim kalmadı. Bundan iki yıl evvel kurban bayramı arifesinde terk etmişti arkasından çok ağladığım son sevgilim. Aynı günlerde ilk işimden başta konuştuğumuz şartları vermedikleri için ayrılmış ve işsiz kalmıştım. Yine bir Ekim ayında, kurban bayramında terk etmişti 5 yıl süre çıktığım ilk aşkım. Bu yüzden nefret ederim sonbahardan. Kelimenin hakkını verir gibi bu mevsim bana hep "son"ları yaşatmıştır hayatımda. Yine aylardan Ekim, kurban bayramı dönüşü çok sevdiğim işimden çıkarıldım. Parçalanan hayatımı toplayan, sevdiğim adamı her gün görebildiğim, her çalışanını ailem, bir parçam gibi gördüğüm, beni büyüten güzel işim...

Hayatımda evet hep sonlar oldu ama bu sonlar arkasından hep yeni kapılar açtı bana. Yine hayatımın bir dönemi bitiyor ve ben her şeye baştan başlamak zorundayım. Ne kadar da zor geliyor alıştığım insanları, ortamımı hatta her sabah kullandığım otobüs hattımı değiştirmek... Tamam iş yerinde yeni genel müdürle anlaşamıyor, bir türlü yaptığım işler taktir görmüyor ve ben olduğum yerde saymaya devam ediyordum. Ama ben böyleyim işte. Alıştığım şeylerden kopamam, yenilikler, belirsizlikler beni mutsuz eder, korkutur. Bu yüzden belki de yürümeyen ilişkilerimi bırakıp gidemiyorum, hep karşımdaki beni bırakıp gidene kadar bekliyorum.

Ne kadar şanslıymışım ki her birine taptığım iş arkadaşlarım da beni seviyormuş. Ayrılalı henüz 3 gün oldu ama beni her gün aramaktan vazgeçmediler. Tamam, çok yeni daha ama olsun, mutlu ediyor beni unutmadıklarını bilmek. Zaman girince araya herkes kendi yoluna bakacak, görüşemez konuşamaz olacağız. Bunu bilmek üzüyor en çok da. Normal bir süreç olduğunun farkındayım ama ben zaten hiçbir zaman mantığıyla hareket edebilmiş biri olamadım, başıma ne geliyorsa şu duygusallığımdan geliyor. Hayat böyle bir şey işte. Sabah giyinip işe gidiyorsunm, öğlen bir anda iki yıllık rutinin sona eriyor. Tıpkı Woody Allen'ın meşhur ettiği İbrani atasözündeki gibi ; "If you want to make god laugh, tell him your plans."


17 Ekim 2012 Çarşamba

Antagonism

Bir insanı canın acıyana kadar sevmek nasıl bir şeydir, bilmiyordum. Sevmek sevildiğin süre boyunca güzelmiş, onu da bilmiyordum. Bazen gözün de görmezmiş gerçekleri, kalp konuşur dururmuş. Gidişiyle boşluğa düşer, burnunun direği sızlar, zevksizleşirmiş hayat.

Onu sevmek bana iyi gelmiyor işte.  Hastalıklı bir aşk bu, normal hiçbir yanı yok. Arkadaşlarım artık endişe eder oldu halimden.Bazısı üzülüyor, bazısı sinirleniyor. Oyuncağı olmuşsun, parmağında oynatıyor seni diyorlar, susuyorum. Biliyorum ki doğru. Ona yeni bir kategori oluşturdum. Kimseye benzemez çünkü hali, tavrı. O tam bir , "Göster ama elletme modeli". Dozunda, beni orada yanında tutacak kadar ilgiliyi gösterip, flörtleşip sonra da aramızda bir şey yok ki, sen de kim oluyorsun hali, tavrı.Olmuyor işte. Korkar oldum artık kendimden. Uzun zaman oldu, azalmıyor sevgim, içim başkasını kaldırmıyor, onun yüzünü gördüğümdeki mutluluğu bana hiçbir şey vermiyor. Onunlayken her şey çok uçlarda. Kavgalarımız bile tutkulu, sevişmelerimiz de...

İstemeden sahipleniyorum onu. Başkasına bakacağını, dokunacağını düşünmek gözlerimden alevler çıkmasına yetiyor. Açmıyor işte kendini, her zamanki gibi maskeli duyguları. Anlayamıyorum ne hissediyor, ne düşünüyor? Bilmiyor ki ona bakarken Oscar'a aday bir performans gösteriyorum. İçim eriyor, kokusunu içime çeke çeke sarılmak istiyorum ama yapamıyorum. O bana her türlü şeyi yapmakta özgürken, ben o kadar kısıtlı ve sınırlıyım ki. Ne istediğim gibi dokunmaya ne hesap sormaya hakkım var. Sıfatım yok çünkü.

Olmayacak işte, görüyorum. Her şey daha kötü olacak, bağlanıyorum, artık duygularımı düşüncelerimi hiç bir şeyimi saklamak istemiyorum. Gizlemek, gizlenmek çok ağır geliyor. Bir dur demem gerekecek. Yıllarım geçip gidiyor, canım acıyor, seviyorum sevilmiyorum. Başka çarem kalmıyor, bunu o istiyor işte. Zorla beni başka kollara yolluyor, işte o da bunu bilmiyor...



8 Eylül 2012 Cumartesi

Empati

Bir insanın başka birinin anlayabilmesi zordur. Kimse aynı şeyi yaşamadan tam olarak bilemez karşısındakinin hislerini. Sen bir türlü anlayamazsın karşındakini, niye böyle yapıyor, neden böyle dedi, nerden çıktı şimdi bu tavırlar diye binlerce soru sorarsın kendine. Kırılır, üzülürsün anlam veremediklerine.

Bir gün gelir kendini garip bir olayın içinde bulursun. Konu tanıdıktır, diyaloglar dejavu yaşatır. Sanki aynı filmi başka oyuncularla daha önce izlemişsin gibi bir his. Midene bir sancı girer, nefesin kesikleşir, omuzlar düşer, yaşlar fora. Gerçek tam ağzının orta yerine bir tane çakar.  O an anlarsın aylardır anlam veremediklerini. Herşey karşında durur ve sen ancak aynısını yaşayınca anlayabilirsin. Kendinden utanırsın, hem de ölesiye. Bir daha nasıl yüzüne bakıcam dersin.

Biri sana aşıktır, sen de başkasına...Başkası seni sevmez, istemez. Her tavrıyla, sözüyle, duruşuyla gösterir. Görmezsin, görmek istemezsin.Sonra bir bakarsın ki aynılarını sen de sana aşık olana ama senin sevmediğine yapıyorsun. İnanamazsın, başkası da bana böyle mi hissetti diye düşünüp içini parçalarsın. Kendini karşına alır, zalimce eleştirirsin. Onun herşeye neden sustuğunu, neden her kendini ona açışından bunu nasıl da geçiştirdiğini bir bir anlatırsın kendine. İstemez işte seni, sevmiyordur. Sonu gelmez çıkarımlarının. Herşeyi paylaştığın gibi, bu düşüncelerini de paylaşırsın onunla. Ses etmez yine, cevap bile vermez. Yine kalırsın arafta. Ama neyse ki bu sefer neden, niçinin peşinden koşmaz, uslu uslu kabullenir, susarsın. Utanırsın onun sana anlayışı karşısında. Sen yapamazsın bunu sana aşık olana. Kesip atarsın muhabbetini, bilmezsin hayatını da sikip attığını. Sana aşık olana baktıkça kendini onda görür, daha nefret edersin ondan ve kendinden...


18 Ağustos 2012 Cumartesi

AŞK

Sevseydin bilirdim,
Sevmediğini bildiğim gibi.
Sebep değil yüreğimin kanatlanmasını engellemeye
Yetmiyor bilmek bazen
Ne kadar kırılırsa kırılsın
İster tuzla buz olsun kalbinin kapakcıkları
Anlamamakta bir numara oluyorsun inadınla
Aşk,
O gelir diye gece bire kadar makyajlı oturup,
Sonra da sikerler diyip uyumaktır ne de olsa.


13 Ağustos 2012 Pazartesi

Karpuzlu-Çilekli Soda

Ne zaman karpuzlu-çilekli soda içsem aklıma sen gelirsin eski sevgili. Ege'nin serin sularına karşı oturup, sınırsız,çıkarsız, saf bir aşkla birbirimize sarılıp sodalarımızı yudumlamamız düşer aklıma. Ne de çok severdik karpuzlu-çilekli sodayı. Tıpkı birbirimizi sevdiğimiz gibi...

Duydum ki evleniyormuşsun eski sevgili. Babanı kaybettiğini öğrendiğimde ne kadar çok üzüldüysem, işte o kadar çok sevindim bu habere. İnsan ilk aşkının, beş yılını paylaştığı sevgilisinin başka biriyle evlenecek olmasına sevinir mi? İnan çok sevindim.

İçim öyle rahat ki. Seni, benim sevdiğim kadar çok seviyor o kız. Sana merhamet, şefkat ve aşkla yaklaşıyor. Haksız da sayılmaz. Sende öyle bir şey vardır ki, insana kendini kıymetli hissettirirsin. İnsanı sevginle büyülersin. Hep söylerim; ben senin beni sevme şekline aşık oldum diye. Biliyorum ki o kızı da öyle seviyorsun.

Sen beni affetmedin, beni terk edip gittikten sonra başka biriyle çıktığım için. Ama bilmedin içimdeki sensizliği, başka benliklerle doldurmaya çalıştığımı. 

Ben seni affettim eski sevgili. Her zaman mutluluğunu, iyiliğini isteyecek kadar çok affettim. Beni artık sevmediğini fark ettiğini söylediğinde de affetmiştim seni, benim başkasıyla beraberliğimi duyar duymaz çıkmaya başladığın müstakbel eşinle seni ilk gördüğümde, gelip yan masama oturduğunuzda da affetmiştim.

Hiç ahımı almadın eski sevgili. Sevmeyi, sevilmeyi, fedakarlığı senden öğrendim. Nasıl yok sayabilirim bana kattıklarını? Ama sen bana çok ah ettin eski sevgili, hiç affetmedin senden sonra başkasını sevmemi. Sevdiğimi sanmıştın ya, neyse. Bunca yıl bitmedi bana kinin, bırakıp giden sen değişmişsin gibi...

Mutlu ol eski sevgili. Benim mutsuzluğuma, yalnızlığıma inat, ikimiz adına çok ama çok mutlu ol. Tıpkı karpuzlu-çilekli soda içtiğimiz günlerdeki gibi...





29 Temmuz 2012 Pazar

Pes ediyorum...

Aşağıda okuyacağınız yazı, bir dertleşme yazısıdır. Depresyona giremem diyenlerin okumaması tavsiye edilir.

Kendimi kirlenmiş, sevilmeye layık olmayan, saflığını yitirmiş, başarısız, sevgisiz, değersiz, çirkin ve sıradan hissediyorum. Bunların hepsini bana hissettiren tek bir kişi ve bu kişiyle yaşadığım sayısız olay...

Beni sevmesini istediğim insana son bir çırpınış bedenimi açtım. Bilmiyordum ruhumda açacağı yaraları.

Bir insan seni sevmiyorsa, kendini zorla sevdiremiyormuşsun. Sen istersen dünya güzeli ol, ister zeki, çekici ne olursan ol, bir insan seni sevmiyorsa sevmiyormuş. Gerçekler de insanın canını yakıyormuş. Sözler kulaklarında çınlayabiliyor, aklına  geldikçe seni yaralayabiliyormuş.

Benim ondan vazgeçememe o, "ego" bense, "sevgi" diyorum. Ancak hangi sevgi bu kadar hastalıklıdır ki? O, sana sözleriyle hayatı dar ediyor, mütemadiyen seni yok sayıyor, seni sadece et parçası, cinsel bir obje olarak görüyor, senin sevgine, varlığına saygı göstermiyor, hayatından gitmek istediğinde buna da müsaade etmiyor ama hayatına da tam anlamıyla sokmuyorsa bu ilişkideki sevgi nasıl bir sevgidir ki? Ben niye müsaade ediyorum bana bu denli zarar vermesine, bu denli mi kıymetsiz benliğim kendi gözümde?

Belki de ben kendimi yeterince sevmediğim için bu saygısızlıkları, bu muameleleri kabul ediyorum. Aklı selim her insan kendini söküp atar böyle bir ilişkiden. Ego da diyemiyorum bu yüzden. Ego olsa benliğimi öyle sever, öyle kabullenirdim ki kimseye müsaade etmezdim beni böyle hırpalamasına.

Onu böyle mantıksız bir şekilde severken, neden yapılması gerekeni yapamıyorum? O kadar körü körüne bağlıyım ki ona izin vermiyorum kimselerin hayatıma girmesine. Oysa biliyorum çivi çiviyi söker.

Her ondan vazgeçtiğimde,körü körüne yeniden bağlanıyorum.Vazgeçtiklerimiz, bırakamadıklarımızdır aslında. Ama ben bırakmak zorundayım, bitmek zorunda bu eziyet. Hayatta yaşadığımız herşeyden biz sorumluyuz. Biz müsaade ettiğimiz, biz kararlar aldığımız için yaşanıyor herşey. O halde mutluluk da benim elimde, mutsuzluk da. Sadece bir seçim meselesi.

Yeniden eski ben olabilirim. Başarabilirim yaşanılanlardan arınmayı. Herşey bana bir ders, bundan sonraki yoluma bir ışık belki de... Onun yüzünden kaybettiğim öz saygımı yeniden kazanabilirim. Yeter ki kararlı olayım, yeter ki onun sözlerine kanmamayayım. Madem hayatında kıymetsizim,  varsın olmayıvereyim hayatında.

Yeterince çabaladım, herşeyi denedim beni onu sevdiğim gibi sevebilsin diye. Eğer olmuyorsa ben pes ediyorum, kabul ediyorum yenilgiyi. Vazgeçiyorum senden de, umutlarımdan da...





18 Temmuz 2012 Çarşamba

Happy Birthday To Me !

Her yaş beni daha da büyütüyor ben küçük kalmak istedikçe. Kulaklarımda, "Küçüğüm, daha çok küçüğüm bu yüzden bütün hatalarım..." Sıkıntılı, aşk acısı çektiğim bir yılı bitirdim bugün. Yeniden doğmak istedikçe, küllerimde boğuldum. Kalktım, düştüm, durdum, devam ettim. Kanatlarım kırık, yüreğim ağır ama dostlarım, ailem, sevdiklerim hala benimle. Bu yüzden bir bakıma en şanslı yılımı geçirdim. Bugün ben doğdum. Dün ben bendim, bugün yine benim. Sadece bir sayı fazlayım...

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Bir Özgüven Abidesi, Kuaförler

Ofisten bir arkadaşımızı evlendirdik. Bayanlar için önemli mevzudur bu tip günler. Simli makyaj, kuş yuvası simli-spreyli topuz, pullu-payetli çanta olmadan bir düğün hayal edilemez. İnsanlar genelde güzelden çok, 10 dk sonra Günay'da sahneye çıkacak bir Muazzez Abacı modundadır. Düğün öncesinde eğer kokteyl yapılıyorsa, hanımlar endam sergiler, hemcinslerinin kıyafetlerini çekiştirir, "Ay falanca ne kadar kilo almış yahu, Necla'nın makyaj ne öyle ayo1 " cümleleri olmazsa olmazdır.

Düğünden bir hafta öncesinden bende hazırlıklar başladı. Kıyafet, takı, ayakkabı, çanta. Hepsi tamam. Tek sorun kuaforümün Pazar günü kapalı olması. Bilmediğim bir yere gitmek istemesem de el mahkum, gidilecek artık. Cumartesi gününden bir yer bulundu, kuaforle görüşüldü. İstediğim basit balerin topuzu izah edildi, 45 dk süreceği bilgisini de aldım. Makyözümden kuaför sonrasına randevumu da aldım. Herşey yolunda giderse eğer evden çıkış saatimden 1,5 saat önce evde olabiliyorum. Herşey süper gözüküyor buraya kadar. Ama tabi bu düşüncelerim kuaförün kendisini Maddonna'nın saçlarını yapıyor havasındaki bir psikopat olduğunu öğrenmeden öncedendi.

Saçıma fönüm çekildi, tepeden at kuyruğum yapıldı. Bir baktım, kuaför saçımın önüne maşa yapmaya başladı. Aysel Teyze havasında yüzüme lüleler düşüyor. Neden yapıyorsunuz maşayı, sıkı bir topuz olacaktı benim saçım dediğim, işte o kritik cümleyi duydum. "Kendini bana bırak hayatım, harika birşey yapacağım sana." Dı dınn dı dınnn ! İşte o noktada kabus başladı. Kardeşim söylesene saçıma naptığını! Senden süpriz isteyen mi oldu ? Ben ne istediğimi söylemişim, nedir bu kendi sanatını yaratma çabaları ? Adam saçımın yarısını maşaladı, derken tarağı aldı, saçlarıma krape atmaya başladı. Gözlerim animeler gibi açıldı. Napıyosun ya, ben krape falan istemiyorum diye çemkirdim. "Ama tatlım dur önce bir yapayım, gör beğenmezsen bozarız." Oğlum bak git ! 45 dakika da biter demişsin, 1,5 saattir o koltuktayım. Hala neyi bozarız diyorsun it ! O sırada makyözüm arayıp, beni bir güzel haşladı. Nerdesin sen, Pazar günü gelmiş dukkanı açmışım senin için diye. Sonra da yüzüme kapadı bir güzel. Benim iyice sinirlerim gerildi. Öldürücem kuaförü. Artık bakmıyorum bile naptığına. Yapsın da gideyim derdindeyim. Ben bunları düşünürken, adam bütün saçları bozmasın mı ! Beğenmemiş beyfendi. Lan osuruk kafalı, benim dediğim saçı yapsana! Hala niye uzatıyorsun, neyin özgüveni bu ?! SAçıma öyle berbat bir topuz yaptı ki, ben işe gelirken daha güzelini yapıyorum öyle diyim !

Kuaförden çıktım, koşa koşa makyöze gittim. Taksi bulamadım. Makyöz saçımı görünce halime acıdı. Bu ne be ! diye kaldı. Bir baktım ki adamın yaptığı topuz enseme düşmüş. Artık iyice bozulan sinirlerimle başladım gülmeye. Neyse makyözüm on parmağında on marifet bir kadın olduğu için, saçımı şahane yaptı. Keşke baştan ona gitseymişim !

Böylece anlamış oldum ki, bir bilmediğin kuaföre gitmeyeceksin. İki, asla ama asla "Sen bana güven, çok güzel olacak." diyen kuaföre güvenme !

26 Haziran 2012 Salı

Hatalar

İnsanın kendini değerli hissetmesi için ikinci bir şahsa gerek olmamalı şu hayatta, keza değersiz de hissetmemeli ikinci şahıslar nedeniyle. Ama insanız işte, bazen duymak bilmek istiyoruz sevildiğimizi.  Bu insani ihtiyacımız sebebiyle karşımızdaki erkeğin tavırlarını, sözlerini farklı yorumlayabiliyoruz. Belki o adam aslında gayet sıradan davranıyor ama biz farklı anlamak istediğimiz için anlamlar yüklüyoruz o davranışlara, çıkarımlar yapıyoruz.

Uzaktaydı iki haftadır, yurt dışında. Konuşma, görüşme imkanımız yoktu. Ama o her internet bulduğu yerde bana mesajlar attı, resimlere boğdu. Ülke ülke gezerken, her fırsat bulduğunda aklına gelmem beni inanılmaz mutlu etmişti. HATA 1: Hemen beni özlediğini, bu yüzden de benimle konuşmak istediğini düşündüm. Oysaki adam ofisten başka bir kıza da aynı resimleri göndermiş oradayken. Yüzümü unutmuşundur belki diye gönderdiği resmi bile göndermişti. Kız da bilmeden tek tek gösterdi resimleri.

Otelden check out yaparken, uçağa binmeden önce mesaj attı, haber verdi. Istanbul'a sabaha karşı iniş yaptığı için akşam üzerine kadar uyudu. Uyanır uyanmaz mesaj attı. Üstünde "Özledim oğlum" yazan şapşal bir köpek resmi gönderip, neden onu döndüğünde aramadım diye bana sitem etti. HATA 2: Bana haber veriyor, uyanır uyanmaz aklına ben geliyorum. Onu aramadım diye kırılıyor, çünkü bana değer veriyor diye düşündüm. Oysa ki zaten uyanmış akşam için planlarını yapmış ve bu planların içerisinde ben yer almıyorum.


Vizyona onun bayıldığı bir oyuncunun filmi girdi. Ben de açık hava sinemasına bayılıyorum. Hemen mesaj attım o başka bir ülkedeyken. "Döndüğünde bu filme gidiyoruz haberin olsun." Tamam, dedi karşılık olarak. HATA 3: Ben havalar uçtum, yaşasın beraber film izleyeceğiz, bir şeyler yapacağız birlikte diye. Oysa dün, "Biliyorum sana söz verdim önce ama Çarşamba günü arkadaşlarla gidicez. İstersen sen de gel, istemezsen seninle de giderim." dedi. Anlayamadığı şey benim sinemaya gidecek birini bulamadığım için onu çağırmıyor olmam. Sadece onunla izlemek istediğim içindi teklifim. Benim ikimiz için yaptığı planı, o gidip başka arkadaşlarıyla yapmayı uygun görmüştü.


Bütün bu maddeler bünyede hayal kırıklığı yaratıyor. Nasıl da kırılıyorum, nasıl da değersiz hissediyorum. Aslında diğer insanlardan bir farkım olmadığını, ofisteki kız, kıllı arkadaşları onun için neyse ben de oyum işte onun gözünde.  Ama o kadar ustalıkla yapıyor ki bunları, hiçbir şey söyleyemiyorum. Hemen kendime özel olduğunu sanıyorum. O benim için ne kadar özelse ben de o kadar sıradanım nazarında. Ben mi algıda seçicilik yapıyorum yoksa o mu beni parmağında oynatıyor bilemiyorum. Adı, tasviri ne olursa olsun, kendimi önemsiz hissettiriyor. Bu da benim için yetiyor.


29 Nisan 2012 Pazar

Gurbet Yolları Pek Havalıymış

Bir Alman firmasında çalıştığım doğrudur efendim. İşe girdiğimde pozisyonum icabı asla satış ekibindekiler gibi yurt dışına iş seyahatlerine gidebileceğim aklıma gelmezdi. Ama artan sorumluluklar, havada kalan yeni pozisyonum sebebiyle sonunda ben de seyahate çıktım ! =)




Alman firması olduğumuz için Bahamalar'a gitmedim tabiki, Almanya'daydım. Hayatımda ilk kez Avrupa'ya çıktım. Daha önce Rusya'ya gitmiştim. Aman rabbim kabus gibiydi. Kıyas bile kabul edemez. Almanya'da yaşayan Türk'ler yüzünden gözümde Almanya öyle hoş bir ülke konumunda değildi. Önyargı kötü şeymiş lakin ben bu kadar yeşillikli, bu temiz bir ülkenin varlığına inanmıyorum.

Her şehirde bir sarayları var. Saraylar dışarıdan çok görkemli ama bizim saraylarımızla karşılaştırılamaz. Bir kere sandalyenin altına yerleştirilen lazımlığa sıçıyorlar var mı ötesi. Bööğğğ...





Almanya diyince insanın aklına iki şey gelir. Biri çikolata, diğeri tabiki bira. Birayı meşhur eden şehir, Münih'miş. Alamanyalara gitmişim, Türk'üm ya hemen, "Efes daha güzeldir yaaeee." geyiğine girdim ama cidden muhteşem biraları. Öyle 33cl'lik diye bir kavram yok. Weissbier dedikleri beyaz bir biraları var, bir tek onu yarım litrelik bardakta sunuyorlar. Onun dışında sürahi ebatındaki 1lt'lik bardaklarda geliyor. Ne asidi kaçıyor, ne de bizim biralar gibi yarım saat sonra sidik kıvamına geliyor. Bir de bu bira bardaklarının beş tanesini tek elle taşıyabilen garson ablalar var ki onlar beni benden aldı. Ben daha pet şişe kapağı açamıyorum =)




 Biralardan bahsetmişken, bardak altlıklarından bahsetmemek ayıp olur. İlk gittiğim şehirde, Ludwigsburg'da Swabian yemekleri yaban bir restauranta gittik. Tavana bakakaldım resmen. Her marka biranın bardak altlıklarından kolaj yapmışlar. Hepimiz bayıldık. Gaza gelip gittiğimiz her restaurant ve bardan bardak altı arakladık.  Ama tabi İstanbul'a dönünce ben bunları duvara yapıştırırsam annem gebertir beni korkusuyla vazgeçtim.




Avrupa'ya ilk kez gittim dediğim gibi. Dolayısıyla daha önce filmler dışında sokak sanatçılarını görme imkanı bulamamıştım. Cahil cuheyla ben, hemen heykel gibi duran insanların yanlarına koşturup resim çektirmek istedim ama paralıymış =( Euro zaten çok pahalı, Münih daha da pahalı. Bu yüzden ancak adamın resmini çekebildim.



İşte altı gün süren muhteşem Almanya maceram böyle renkli manzarlarla dolu. Son bir not. Aman siz siz olun,giderken yanınızda su götürün. Ne diyor bu manyak demeyin, beni dinleyin. Bunlar mineralli su adı altında bildiğin gazı kaçmış soda içiyorlar. Allahım dilim damağıma yapışık gezdim günlerce. Benden söylemesi =)

















10 Nisan 2012 Salı

Ben Seviyorum Onu

AŞK üç harfli, üç harflilerden işte...Öyle çok duyguyu bir arada yaşatıyor ki insana... Nefesim kesiliyor baktıkça, midem ağrıyor. Konuşurken elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemiyorum, vücut dilim iflas ediyor. Konuşurken düşünemiyor, cümlem bitince ne dedim ki ben diye karalar bağlıyorum. Ben tam bir yıldır AŞK ile seviyorum onu.

Ben ona onlarca cümle kurarken, onun tek kelimesi yetiyor beni mutlu etmeye. Günlerce tek bir sözcüğüne tutunabiliyorum, her gece gözlerini, gülüşünü hayal edip sabredebiliyorum. Başka kızları dinliyorum onun ağzından, tutuyorum kendimi. Bekliyorum günümün gelmesini. Ben tam bir yıldır delice seviyorum onu.

Karşımda otursun, ben kokusunu içime çekeyim, varlığının yaydığı enerjiyle besleneyim istiyorum. Burnumu dayasam boynuna, sokulsam iyice koynuna, kokusu cennet bahçem olsa kiraz çiçekleriyle dolu...Bence AŞK, birine deliler gibi dokunma isteği, böyle kasıklarına oturan bir ağrı, tenine olan tutku... Ben tam bir yıldır tutkuyla seviyorum onu.

O öyle hırçın, öyle yaralı, öyle bencil ki...Parçalıyor bazen kalbimi, yüreğimde filler zıplıyor. Ben onu öyle kabul ettim. Ne olmuş yani ben aşıksam ona. Evet, ben elmayı seviyorum diye o da beni sevmek zorunda değil. Ama ne olmuş sevmiyorsa? Benim değil, biliyorum. Belki de hiç olmayacak ama olsun. Ben tam bir yıldır bıkmadan usanmadan, beklentisiz seviyorum onu.


14 Mart 2012 Çarşamba

Sanki İyi Bir İnsan Olabilirim

Sakinlik ne güzel şeymiş. İnsanın kafasında sürekli cevaplanmayı bekleyen sorulardan, belirsizliğin tetiklediği korkulardan, sonu gelmeyen beklentilerden sıyrılması nasıl da güzelmiş. Aylardır içimde kopan fırtınalar, dinmek bilmeyen hayal kırıklıkları, kocaman bir aşkın yükü… Hepsi bitti sonunda.
Saman alevi gibi olan öfkem dindikten sonra geriye bir dinginlik kaldı ruhumda. Kafamdaki sesler sustu, yüreğimdeki sıkışma azaldı. Aylardır anlam yüklediğim biri gitti hayatımdan, yeri boş kaldı biliyorum. Her nefes alışımda hissediyorum yokluğunu. Ama boşluk dediğin nedir ki zaten? Alışkanlıklardan ibaret her şey. O boşluk illaki başka şeylerle dolacak. Önemli olan artık daha sakin olmam. Ne kadar da geriyormuş beni belirsizlikler. Karşımdakini anlamaya çalışmak, tavırlarından manalar çıkarmak ne kadar yorucuymuş.
Şimdilik renkler biraz soluk benim için. Öyle hayattan deliler gibi tat falan almıyorum. Ama daha huzurluyum. Sanki iyi bir insan olmak mümkünmüş gibi geliyor. Eski beni tekrar buldum. Ona duygularımı belli etmeyeceğim diye ördüğüm duvarlar, taktığım maskeler birer parçam haline gelmiş. Yardımsever iyi bir insan olursam, hala onu kazanmak için çabaladığımı zanneder diye kendimi sınırlamış, benliğimden vazgeçmişim. Şimdi saklamak zorunda olduğum hiçbir şey yok. Koca bir yıldan sonra nihayet unuttuğum ben olabilirim. Ve bu inanılmaz bir özgürlük hissi veriyor bana.
Kimse için artık kendimden ödün vermeyeceğim diyemem. Çünkü bu benim. Aşkın kendisine umutsuzca aşığım. Ruhum sevgiden besleniyor ve sevilmediğim anda soluyor kanatlarım. Sadece kendimi değersiz hissettiren insanlara değer vermeyeceğim sözünü verebilirim. Hayatta insanın başına her şey gelebilir, geriye sadece kendimiz kalırız. Ve anladım ki her şeyi yaratan da iyileştiren de yine kendimiziz. Benliğimizin kıymetini bilmediğimiz sürece, başkalarının kıymet vermesini beklemek hata olur. Tek bildiğim bu uysal halimi çok sevdiğim ve kaybolmasını istemediğim…

2 Mart 2012 Cuma

Belediye Otobüsü Maceraları Vol. 1

İşe her sabah ev akşam otobüsle gidiyorum. Açık söylemek gerekirse iş yaşantısına başlayana kadar halkın arasına karışan, otobüs, metrobüs gibi toplu taşıma araçlarını çok kullanan bir insan değildim. Herkes mi böyle garip şeylere tanık oluyor, yoksa bana mı denk geliyor bilemiyorum ama her gün çok renkli karelere şahit oluyorum.

                           *             *          *

Her sabah aynı duraktan binen 70 yaşlarında bir amca var. Ama amca pek normal değil, biraz asabi. Otobüs sırasında kimse kimsenin önüne geçmeyecek, sıra bozulmayacak vs. Böyle takıntılı bir adam. Ben de fix otobüsün en önündeki koltukta otururum, amca bindiğinde de kimse söyleniyor, bağırıyor hep seyrederim. tamam amca asabi ama kalkıp da 30 yaşındaki adama dalacak kadar asabi olabileceğini hiç düşünmemiştim. Bu 30'luk abi sıranın sonu-başı nerede anlayamamış, birine sormuş, söylenen yerden de sıraya girmiş. Ama garibim maalesef yanlış yerde bekliyormuş. Vay efendim ne saygısız, ne terbiyesiz adamsınla başladı bizim amca söylenmeye. 30'luk nolduğu şaşırdı, derken amca omuzundan, itti "Çekil şurdan o. çocuğu!" dedi ve hepimizi dehşete düşürdü. 30'luk bir sinirlendi, sen kime o. çocuğu diyosun, yaşından başından utan diye. Allahh sen misin bunu diye?! Amcanın gözü döndü, akla gelebilecek her küfrü söyledi, 30'luğun anasından soktu babasından çıktı, son hamkle olarak da elindeki akbille 30'luğa daldı. Ben de en çnde oturuyorum ya, gözlerim animeler gibi büyümüş gülsem mi ağlasam mı bilemiyorum. Derken amcayı ayırdılar, 30'luğa bir bakarım ki amca akbille adamcağızın yüzünü parçalamış!! Hayatımda hiç elinde akbille faça atan bir insan görmemiştim. Akbil ihtiyaç duyulduğunda çok önemli bir silahmış bunu anladım. Aklınızda bulunsun :)


                                 *             *            *

Geçen gün takım elbiseli bir abi bindi otobüse. Çok cool bir şekilde ipad'ini çıkardı, kulaklığını taktı, youtube'u açtı, müzik dinledi. Vallahi  billahi bir belediye otobüsünde bu sahneye şahit oldum. O an otobüsçe boyut atladık gerçekten. Yarın öbür gün wii'sini kapıp gelen insanları görürseniz şaşırmayın. istanbul'un çehresi değişiyor!

                                  *             *          *


Biliyor musunuz bilmiyorum ama eskiden otobüs şoforune para verirdik, o da kendi akbilini okuturdu. Artık bu uygulama kalktı, herkes akbiliyle ödeme yapmak zorunda. Dolayısıyla her sabah şöyle bir manzara ile karşı karşıya kalıyorsunuz; "Akbilinde para olan var mı????" ! En önde oturduğum için ilk sorulan kişi ben oluyorum. Başta herkese akbilimi veriyordum fakat sonra iş çığırından çıkmaya başlayınca yok demeye başladım. Minik, ufak tefek bir adam biniyor benim duragımdan her sabah. Artık göre göre akraba oluyorsunuz bu otobüs sıralarında. Bir gün kartında parası bitmişti ben de kartımı vermiştim. Geçenlerde ofisteyim, resepsiyondan telefon geldi, PTT'den zarf getirdiler diye. Gelsin dedim. Ufak tefek amca geldi, gözüm bir yerden ısırıyor ama çıkaramıyorum. Adamcağız beni tanımış, "Beni hatırladınız mı? Bir akbilimde para yoktu, bana kartınızı vermiştiniz." dedi. Böyle hatırlandığım için pek mutlu oldum. Dünyanın da ne kadar küçük olduğunu bir kez daha anlamış oldum.

İşte böyle. Ben de macera bitmez. Biriktirdikçe gene yazarım :)

28 Şubat 2012 Salı

Turizm Var, Turizm Var

Şimdi turist kavramı benim için alayım elime haritamı , sokak sokak tarihi yerleri gezeyim, o şehrin ülkenin kendine has yemeklerini yiyeyim, insanlarıyla tanışayım gibi özellikler taşır. Gittiğim şehrin her türlü güzelliğini özümsemek, bol bol resim çekmek ve bir sürü anı biriktirmem lazım. Kısaca kültür turizmi diyebiliriz. Ama tabi ben bir kadın zihniyle bunları düşünüyorum. Bir de erkek gözüyle turistliği, turizmi ele alalım...

Erkek yabancı bir ülkeye gittimi müzeymiş, kiliseymiş, yerel yemeklermiş, otantik ya da tarihi mekanmış bunlarla ilgilenmez. Sıkıcı gelir, insanın beynini yer ne yapacağız buralarda diye. Erkek genelde duygularıyla değil, hormonlarıyla yönetilen bir varlık olduğundan onun için turizm; gece kuluplerine gitmek, her türlü alkol çeşidini denemek, mümkünse ot vb. şeylerle kafayı bulmak ve tabi ki Avrupalı dediğin yatılacak kadındır mantalitesiyle hatunları avlamaktır. İşte bu yüzden "sex turizmi" denen bir şey vardır bizim Türk erkeklerimiz için.  Bana Rusya'yı, uzak doğuyu tarihi için, şehirlerinin güzelliği için görmeye giden bir tane erkek gösterin Allah aşkına. Yok ki öyle bir tür. Ama onlara sorsan, yoooook tamamen duygusallll... Bangkok'a uçak bileti 1.700 Tl'den başlıyor, konaklamaların geceliği 100 euro civarı, e bunun bir de "masaj" bedeli var. Adam resmen küçük bir servet döküyor çekik gözlü hatunu götürücek diye. O paraya burda ohhoooo var yaaaa diye akıl verenini de gördüm. Hangisinden daha çok iğrenmek lazım bilemiyorum.

Aslanlarım siz böyle öküz oldukça, bu Türk kızı da bütün Uzak Doğu ve Balkan kızlarından tiksinecek, hepsine potansiyel kevaşe gözüyle bakacak ve konuyla ilgili her türlü teklifi binbir triple size zehir edecek. Biraz medeni olun, biraz doyun ya...!

17 Şubat 2012 Cuma

Mutluluğun Kayıp Öznesi

İkibuçuk yılımı 1.65 boyunda, gözleri şehla, burnu hatırı sayılır bir S çizen, alkol almaktan nefret eden, sabah akşam ice-tea içen, trafikte tam bir canavara dönüşen, bu sebeple hiçbir zaman ağız tadıyla kıta değiştiremediğim, yemek yeme anlayışı Burger King'den ibaret olan, sadece eşortman altı ve GS montu giyen, eğlenceden kastı PS oynamak ve nargile içmek olan bir adamla geçirdim. Yani kimse kalkıp bana şekilci, paragöz diyemez-di.

Noldu bilmiyorum ama bir yıllık bekarlık dönemimde üzümün çöpü, armudun sapı diye diye hiç kimseyi beğenemez oldum. Artık nasıl sıtkım sıyrıldıysa, her türlü şekilciliği bünyeme dahil etmişim fark etmeden. Arabası yok diye yüzüne bakmadığım, göbeği var diye küçümsediğim, açık öğretimden mezun diye aşağıladığım bir sürü erkek oldu bu bir yıl içerisinde. Tam kendimden nefret etme noktasına geliyordum ki...

Tek korkumun ona benzer birine yeniden aşık olmak olduğunu fark ettim. Şehlaydı evet, ama dünyanın en güzel bakan bir çift gözüydü onlar, efortman ona çok yakışırdı, nargile içerken onu seyretmeye bayılırdım, hamburgerleri güdük parmaklarıyla yemesini çok sevimli bulurdum.  Ayrıldıktan sonra o kadar çok acı çektim ki 8 kg verdim bir buçuk ayda. Bilinçaltım bana nasıl bir mesaj veriyorsa hep tam zıttı özelliklere sahip erkeklere bakıyorum. Biliyorum ki onlarla da uıtlu olmam imkansız, çünkü o ben değilim.

Mutluluğu yanlış öznelere yüklüyor, sonra öznenin yüklemini beğenmeyip mutsuz oluyorum, hayat işte...


26 Ocak 2012 Perşembe

Zam Bile Haram

Hayatın saçmalığını tartışmayacağım ama insanların kıskançlıklarını, hazımsızlıklarını tartışabilirim. Ağustos ayından beri iş yerinde başka bir sorumluluğu iki iş arkadaşımla beraber üstlendik. İki ayrı görevi aynı anda yürütüyorum. Bu durumun geçici olduğunu, pozisyon dolana kadar idareten böyle olacağını söylediler. E ben de zaten geç, çömez elemanım, deneyimsizim. Ohh mis deneyim kazanıcam diye atladım. Çok da keyif alıyorum yaptığım işten. Maddi olarak da hiçbir şey de vermiyorlar haa, öyle maaşı ikiye katladım zannedilmesin :)

Gel zaman efenim, git zaman müdürler karar vermişler cüzi de olsa minik bir zam yapmaya.  100 lira fark ediyor diyim ben, sen anla cüziliği :) 3 kişiyiz ya, 1 kişiye daha yapıldığından eminim ama üçüncü kişi zaten müdür konumunda ona da gidip, "Zam aldın mı la hacı?" demedim. Ofiste çok yakın olduklarımla paylaştım biliyor musunuz ben zam aldım yih yih diye. Meğerse benim müdüre zam yapılmamış, adamın da haberi yokmuş zam olaylarından. Aylık toplantıda demez mi bizim gençler emek harcıyo, karşılığını alamıyorlar diye.  Bu sefer de biz saklıyormuşuz herkesden konumuna düştük. Way efendim niye gizli kapaklı işler dönüyormuş, neden söylenmiyormuş? Sana ne aq! Elime pankart alıp ben bu kadar zam aldım diye mi dolanıcam. Hayır sen zam alsan yine açım ben açççç, yetmiyor diye ağlarsın, ne diye gelip bana çemkiriyosun it?

Alacağım üç kuruş parayı da gırtlağıma dizdiler, gözleri kaldı yavşakların. Geçen ay vergi dilimine girdim onu da alamadım. Şimdi de yıllık zam oranları açıklanıcakken herkes de bir, sen zaten zam aldın ne diye konuşuyorsun havası var.  Herkes ahlak polisi, herkes doğru insan. E ama ben herkesin taa.....!! Neyse yazar burda cam çerçeve indirmek üzere yazıyı noktalıyor.

14 Ocak 2012 Cumartesi

Biri İçimdeki Romantiği Sustursun

İçimdeki romantiğin hortladığı havalardan biriyle daha karşı karşıyayız. Bir İstanbul'lu olarak resmen kara hasret kalmıştım. Ve sonunda yağdı! Sahilde oturduğumu için tutmuyor ama olsun yine de lapa lapa yağan bu güzelliği seyretmek kadar huzur verici bir şey yok benim için.

Kar yağdı mı yanımda beni saracak sıcak kollar dışında başka hiçbir şey istemiyorum. Sevdiceğimle pencerenin yanına tüneyelim, ayaklarımızı kalorifere uzatıp sıcak şaraplarımızı yudumlayalım istiyorum. Kapayalım bütün ışıkları, huzurla bu manzarayı izleyelim. Yalnızlıktan ölümüne korkan ben, aylardır pek çok güzel şeyin tadını tek başıma çıkarmayı öğrendim. Ama yine de böyle havalarda mutluluğumu paylaşacak birini istiyorum yanımda.

Ah gelecekteki tatlı sevgilim! Seninle ilgili öyle romantik planlarım var ki! Nolursun öküz çıkma sen de diğerleri gibi. Sen de sev benim gibi romantik detayları. Suyunu çıkarmadan yaşayalım bütün güzellikleri. Evrene senin için öyle çok mesaj gönderdim ki! Bir yerlerdesin biliyorum. Evren mesajları kaydetti. Eminim şu anda sana bu mesajları iletmekle meşgul. Umutlarım tükenmeden, romantizme inancım bitmeden gel artık! 

8 Ocak 2012 Pazar

Sigaram Benim Biricik Sevgilim

Sigara içmeyi ne kadar çok sevdiğimi bütün dostlarım bilir. Resmen nefesi içime çekerken mest olurum. Yaklaşık 8 yıldır içiyorum. Bunun son dört senesini slim,nikotin oranı düşün olan bir markayla geçirdim.Çevremde de herkes sigara içtiğinden bırakmayı hiç düşünmedim.

Ta ki ofistekiler yeşilaycı olmaya karar verene kadar! Yeni yılla beraber üç kişi sigarayı bıraktı. Ben de , "Aman yeaa hepiniz başlayacaksınız, ben bırakmam. Bugüne kadar hiçkimseyi yarı yolda bırakmadım uleyynn!" . gazındaydım. Ama çaktırmadan da bıraksam mı acaba, hazır herkes bıraktı diye de içleniyodum. Cuma günü o kadar yogun bir gündü ki ofiste, öğlene kadar sigara içemedim. Ya öğlen olmuş bu kadar saat içmemişim, hadi deneyeyim bakalım ne kadar sürecek dedim. Günlerden Pazar, bugün 2 tane aromalı şu bayan sigaralarından içtim, o kadar. O da lanet arkadaşlarımla görüştüğüm için, baca gibi tüttü kalleşler! Dayanamadım içtim iki tane. Ama arkadaş, o kadar çok canım istiyor ki karton sigarama bakıp içli içli şiir yazasım geliyor. Bir de intihar komandosu gibi Halil Sezai dinliyorum. Hay benim kedi canımı! Niye bıraktım paldır küldür? Cuma günıü sigara mı bırakılırmış? Diyete, spora nasıl Pazartesi başlanıyorsa, keza sigara da Pazartesi bırakılabilinir.

Şimdi insanlar niye sigarayı bırakınca kilo alıyorlar anlıyorum. Bu sigaranın boşluğunu hiçbir çikolata, cips kapatamıyor ama! Çekirdek çıtlayıp duruyorum ben de. Yakında kendime bir tespih alıcam o olacak.Hayatta en sevdiğimi ki şeyi de şimdilik hayatımdan çıkarmak zorunda kaldım. Türk kahvesi ve alkol! Sigarasız çok piç gibiler, çok boynu bükük. Off ya ofistekiler sigaraya başlasın Allah'ım nolur, ben çok özledim şu mereti  !

6 Ocak 2012 Cuma

Çağın İlişki Modası

Bugünlerde çok enteresan şeyler oluyor. İlişkilerin ne kadar yozlaştığının farkında olmayan yoktur herhalde. Erkek - kadın ilişkilerinde durdurulamayan bir değişim başladı. İki cins arasında uçurum, "Tehlikenin farkında mısınız?" sloganıyla eş değer benim gözümde.

Erkekler bağlanmaktan, kadınlar aldatılmaktan korkar oldu. Bağlanmaktan kaçan erkek gün geçtikçe daha sığlaşmaya başlayıp, günü birlik ilişkileri kovalamayı seçti. Bu da sadece cinsellik üzerine kurulu bir düzeni getirdi. Cinsellik güzeldir, sex candır, kandır ama benim için içinde duygusallık, aşk olmayan cinsellik sadece anı yaşamak, içindeki boşluğu doldurmaktan ibarettir. Erkekler kadar kadınların da değiştiğini görmek beni inanılmaz ürkütüyor. Kadınlar duygusal boşluklarını gerçek sevgiyle dolduramadıkları için, erkekler gibi günü birlik ilişkilere kaymaya başladı. İşte işin garip noktası burda başlıyor. Her iki tarafta artık sadece cinselliği eğlendiği, anlaşabildiği insanlarla yaşamak istiyor. Kısacası günümüzün popülerleşen ilişki şekli "Fuck buddy". Tıpkı şu Justin Timberlake'in "Friends With Benefits" filmindeki gibi.

Bu fuck buddy nedir? Karşı cinsten olan arkadaşınla bir güzel yatıyorsun, tüm cinsel ihtiyaçlarını karşılıyorsun, istediğin zaman yemeğe gidiyorsun, sinemaya gidiyorsun ama ilişki bazında hiçbir sorumluluğun olmuyor bu kişiye karşı. Başkalarıyla takılabiliyorsun, doğum gününü kutlamak zorunda değilsin, zorlama aşk sözcükleri yok. Alan memnun, satan memnun. Ama ben hiç memnun değilim bu durumdan! En yakın arkadaşım, dört yıllık ilişkisinin arkasından içinde duygusal boşluğu, terk edilmişliğin verdiği acıyı yok etmek için böyle bir ilişkinin içine soktu kendini. Kaldı ki bu fuck buddy'ai önümüzdeki ay başka şehire taşınıyor. İçindeki duygusal boşluğun ikiye katlanacağının farkında değil ve ben buna çok üzülüyorum.

Buna üzülmenin dışında sanırım ben de bu yolda ilerliyorum!! Tamam iki tane suratıma çakmanıza izin var, çok haklısınız.Ama benim durumum farklı. Bu fuck buddy benim bir yıldır aşık olduğum kişi. Hani dosttan sevgiliye dogru kayarken, çocuğun korkup kaçmasıyla biten  yarım kalmış hikayem. Hiç bir yarım kalmış hikaye tamamlanmadan bitmiyor bunu anladım. o bilinmeyen insanın içini kemiriyor. "Nasıl olurdu acaba?" düşüncesi bile çile  gibi. Şimdi biz birbirimizi arzuluyoruz, merak ediyoruz. E ben bir de bu adama bağımlı gibiyim, ne yapsa atamıyorum aklımdan. Ki sizi temin ederim ki her türlü piçliği yaptı sağolsun. Ama aşk işte aka - boka konar misali. Ne yapıcam bilmiyorum. Bilinç altımda kocaman bir bölüm ki o bölüm gerçekten gerizekalı (!) onunla cinsellik yaşarsam bana bağlanacağını söylüyor. Ama biliyorum boş değil bana karşı. Yani ben de bir Adriana Lima değilim, tamam Rihanna'ya benziyorum ama sex tanrıçası değilim. Çocuk ille de benimle yatacak diye maymuna dönmez.

O beni çok sevse, ben onu çok sevsem fuck buddy olmasak, herkes aslında duygusal olarak karşındakine muhtaç olduğunu anlasa, yüzeysellikten vazgeçsek çok harika olmaz mı ?? Bence olur ^_^