27 Mart 2013 Çarşamba

Yatak Muhabbeti

Üniversiteden bir kız arkadaşım var. Cinselliği rahat yaşan bir tiptir. Tek gecelik ilişkiden tutun da, canı istediği zaman arayacağı erkek arkadaş listesine sahip olacak kadar rahattır. Benlik bir durum değil, yargıladığım düşünülmesin sadece ben duygusal bir bağımın olmadığı birine dokunamam. Bu arkadaşım zaten yaşadıklarını öyle komik anlatır ki iş erotizmden çıkar tamamen komedi filmine dönüşür. Yargılamak imkansızlasır. Bu arada evet okuyan erkekler varsa, biz kadınlar her ince detayı aramızda konuşuruz. İstersek itin g.tüne sokar, istersek de o geceyi yüceltiriz. 

İşte bu kız arkadaşım uzun süreden sonra ilk kez normal bir ilişkisi oldu ve kendine koyduğu 15 günden önce birlikte olmicaz kotasını doldurdu ve büyük gün geldi. Bizde oturduk ilk gece üzerine konuşup, o günün haritasını çıkardık. İlki her zaman kötü olur, insan elini ayağını nereye koyacağını bilemez. Şimdi şu pozisyona geçsem, oha kaşar her boku biliyor damgası yiceksin, kendini sınırlasan yeni gelin gibi duracaksın. Bunları düşünürken de konsantrasyon falan sıfırlanacak. Erkek tarafı kesin ilkinde erken boşalacak, "Normalde böyle değilimdir, heyecandan." diye saçmalayacak. Sen teselli edeceksin, olur aslanım önümüzdeki maçlara bakalım tadında destek olacaksın. İş bitince garip bir gerginlik olacak. Sanki 5 dk önce çatır çatır sevişen o çift değilmiş gibi bir utangaçlık, oramı buramı kapıyım derdi baş gösterecek. Offff yazarken bile içim sıkıldı. Bizimkinin de ilk gecesi aynen böyle olmuş nitekim. Üstüne bir de bu gerginlik bizimkine gaz yapmış, bütün gece kasmış kendini kaçırmasın diye =)) 

Bunları konuşurken otomatikman aklıma "O" geldi. İlk ve son sevişmelerimiz ve diğerleri...Herşey bittikten sonraki o soğukluğu, dış kapının dış mandalıymışım gibi davranması, kendimi ne kadar kötü hissettiğim... Sonra sevdiğim yanları aklıma geldi. Adam yanımda osurmuştu da poposunu ısırarak sevesim gelmişti. Benim gibi ayaktan tiksinen insan, onun ayağına sarılıp, yanağımı dayayıp öpmeye bayılıyordum. Hiç geğirmedi yanımda ama onu yapsa bu sefer de ağzını öpmek isterdim, eminim. Öyle çok severdim onu, kokusunu, sevişirken onunla gülmeyi, gözlerine bir anda inen o gölgeyi, saniyelik de olsa bakışının sıcaklığını... Hayatımda görüp görebileceğim uyurken güzel olan tek erkekti. Küçük bir erkek çocuğu gibi gözükür, sessiz kıpırtısız uyurdu öylecene. Bir gece beraber uyuduk sadece ve ben bir saniyesini bile kaçırmamak için sabaha kadar bana yüzü dönük olduğu sürece onu seyrettim. Her gün dua ediyorum nolur ben bir daha kimseye böyle aşık olmayayım, bu kadar aklımı kaybedip kendimi teslim etmiyim diye. Bir daha kendimi o kadar savunmasız görmektense, ömür boyu yalnızlığı tercih ederim...





25 Mart 2013 Pazartesi

Bir nişan macerası

Hafta sonu en yakın kız arkadaşlarımdan birini nişanladık. İki ay evvel de diğer yakın arkadaşım nişanlandı. İlkokul arkadaşım da bu hafta sonu nişanlandı. Diğerleri ciddi ilişkiler kurdu. Ben sap geldim sap gitmeye devam. Evlenmek istemiyorum ben yeeaaa diye dolanırken, oha noluyor ya herkes yuva kurma yolunda diye ufak bir şok yaşadım. 

Şu mahalle baskısı valla kötü şey. Hafta sonu nişan seramonisi boyunca hep aynı cümleyi duydum, "Hadi artık, sıra sende, darısı başına." Ortamda ne kadar bekar erkek varsa hepsine bir beni yamamaya çalışma halleri. Nişanlanan kız arkadaşımda tribüncü bir kızdır, bütün arkadaşları erkek. Damadın abisinden tutun da, damadın en yakın arkadaşlarına kadar geçen sene hepsini bana ayarlamaya çalıştıkları için bütün gece köşe kapmaca oynadım. Aralarından en samimi olduğum bir arkadaşımızın kanatları altına gireyim de korusun beni yamyamlardan dedim, adam 5 dubleden sonra bıraksam evlenme teklif edecekti. Kimseye de güvenilmiyor yani, en sonunda damadın yanına çöktüm de nefes aldım. 60 kişilik nişan da 7 kız olur mu ya? Slow şarkı çaldığında aman dansa kalkmayalım diye, kafamı rakı bardağına gizlemeye çalışmaktan hayatımın rekorunu kırıp 6 kadeh rakı içtim. Gecenin sonunda halay çekiyordum elimde Fenerbahçe atkısıyla. Zaten nişan desen nişanla alakası yoktu, bildiğin tribün show. Marşlar, tezahuratlar, etrafta amigolar. Hayatımda böyle nişan görmedim, düğünü düşünemiyorum.

Niye sıra bende ya, niye darısı başıma? Ufaktım ben daha, küçük bir kızdım. Herkes ne ara evlenecek kadar büyüdü? Ben küçük kaldım da onlar mı büyüdü? Ben kalp kırıklıklarımla o kadar mı meşguldüm de anlayamadım 26 yaşıma geldiğimi? Bu kadar mı çok kırıldım da korkar oldum erkeklerden? Ne ara uçup gitti yıllar? İyiydim ben böyle, kafa dinliyordum. Recover moduna almıştım kendimi. Bir arkadaşımın lafı vardır, "Çok erkek, hiç erkektir." diye. Onu motto edinmiştim kendime. Erkeklerden uzaktan uzağa tiksinerek yaşamak iyi gelmişti bana. Nerden çıktı şimdi bu ev bark meseleleri? Off kafamda deli sorular...



17 Mart 2013 Pazar

Bir bahtsız bedevi



Yeni bir sendrom keşfettim. "Eski işine saplanıp kalma" sendromu. Yeni işime başladım malum. Daha ilk günden, eski iş yerimdeki alışkanlıklarımı aramaya başladım. Konsomatris gibi o masadan bu masaya bütün gün gezinip durur, iş temposundan yoruldum mu aşağı arkadaşlarımla iner sigara içerdim. Öğlen kahve keyfimiz vardı. Yeni işimde toplam zaten 7 kişiyiz. Biri sahibi, biri sekreter, biri şoför, biri müdürüm olduğunu düşünürsek öyle eskisi gibi dolanamıyorum ofiste. Eski işimi nasıl da çok özlediğimi fark ediyorum her gün. 


Sözüm vardı kedime bir daha kadın çoğunlukta olan bir ofiste çalışmam diye. Erkeklerle çalışmak öyle kolay ve keyifli ki. Hemcinslerimle daha zor anlaşabiliyorum sanki. Maalesef bu ofis kadın çoğunluklu. Başta korkarak gittim ama hepsi çok şeker, yaş ortalaması 40 olmasına rağmen sürekli bel altı espiriler yapabiliyorum. Tam bir Sex and The City havası esiyor ofiste. Serbest kıyafet giyiyorlar, eşortmanla geldikleri oluyor. Ofisin içinde sigara içiliyor. Evden işe gitmem tam 15 dk sürüyor ve muazzam bir adalar manzarası olan masam var. Buraya kadar herşey harika ama bundan sonrası korku filmi gibi. Çünkü iş tanımı konusunda biraz saf davranmışım ya da onlar eksik anlatmış. Organizasyonların hepsini hafta sonuna alıyorlar, iki organizasyonu birleştiriyorlar ki oteli 15 günlüğüne kapatıp daha az para ödesinler. Hal böyle olunca 15 gün tatilin olmadan çalışıyorsun. Aman toplantılar akşam üstü 5 gibi biter sonra otelin keyfini çıkarırım diyordum. Toplantı odasının önüne kurulan deskte sabah 8, akşam en erken 10 a kadar durmak zorundaymışım  ve bunu 15 gün boyunca yapmam gerekiyor. Verirler 4 bin  lira maaş hadi katlanırsın. E bunun yarısını veriyorlar yol da yok üstelik. Benim gibi ev kuşu birine göre değil bu iş. Ben Nişantaşın'da ünlü bir restoran zincirinin kurumsal iletişim müdürlüğünü reddettim her gece parti organizasyonu var diye. Kısacası işe başlamamın 3. gününde bu iş bana göre değil diye kafaya koydum. Önümüzdeki hafta 9 günlüğüne organizasyona gidiyorum, dönüşünde de müdürle konuşup bir aylık maceramı sonlandırmış olucam. Ondan sonra da merhaba cv güncelleme, naber kariyer.net günlerime geri dönücem.

 Beklentisiz hayat felsefesi 10 numara, 5 yıldız bir şeymiş. Hiç umrumda değil bu olanlar. Bundan sonrası da umrumda değil. Hani deliliğe vurursun, gelişine göre vurursun ya hayatta. Dünya ve minareyle alakalı ahlaksız bir söz de vardır bu konuyla alakalı. Çok kibarım yazamıyorum. Hah işte aynen öyleyim. Neyse sevgili şans, sen meşgulsun galiba. Ok, kib, bye.




6 Mart 2013 Çarşamba

Gelsin hayat bildiği gibi


İşten ayrıldığımdan beri ne kadar çok şey değişti hayatımda. Dört ay bu, boru değil. Koca bir kışı evde oturarak, bol bol düşünerek geçirdim. Çoğu zaman düşün düşün boktur işin modeliydi benimki. Kolay değildi alıştığım hayatımdan vazgeçmek. Çok yalnız kaldım, sorguladım, öfkelendim, beddualar okudum, affettim, küstüm, en çok da kendimle hesaplaştım. Ağlamama, güçlü gözükme çabam bütün enerjimi çalıp gitti. Ne kadar büyüdüğümü gördüm.

 Bana yaradığını söyleyen çok. Hayatımda önemi, yeri büyük insanlar çıktı gitti. Bir kere "O" gitti, özür bile dilemeden, kozalaklığına doyamadan, tam da ona yakışır bir şekilde. Ufak ufak yolunu yaptığı sonu, istediği noktaya getirdi. Sonradan düşününce fark ettim kavga ettiğimiz gün artık dayanamıyorum dediğimde, "sonunda" dediğini.  Hiç girmemiş, hayatlarımız birbirine değmemiş gibi silindi gitti her şey. Onun tarzı bu. Hayatına soktuğu kadınların, ağızlarına anılarına sıçıp sıvamadan çekip gitmez. Yine öyle yaptı, hiç değer vermemiş gibi, bir özürü bile hak etmiyormuşum gibi...

Dostlarımı da tanımış oldum. İşteyken çok yakın olduğumuzu sandığım, bana değer verip, dost olarak gördüğünü zannettiğim insanın, ben işten ayrılınca ne kadar farklı olduğunu gördüm. Sadece bir kere aradı, o da ayrıldığım gündü. Herhalde işte de yokluğumu hissetmemiş olacak ki, yurt dışından ofise döndüğünde bile aramadı. İnsan hazmedemiyor bazı şeyleri. Yakın arkadaşlarımdan biri, onu arayıp her gün ağlamama, çok yalnızım, çok mutsuzum dememe rağmen bir kere bile aramadı beni, görüşmedi benimle. Anladım ki eski dostunu bile tanıyamıyormuşsun, bazen sadece iyi gün dostu oluveriyormuş en yakın arkadaşlar. Bütün arkadaşlarım mı kötü, hayırsız. Hayır. Hiç beklemediklerim inanılmaz destek oldu, mutlu olayım, girdiğim depresyondan çıkayım diye elinden geleni yaptı. Bir kere daha anladım ki, iyi günde gezip tozacağım arkadaşlarım olacağına, kötü günde omuzuna başımı dayayabileceğim tek bir arkadaşım olsun yeter. Ömür boyu haklarını ödeyemeyeceğim bir kredileri var bende.

Bol bol film seyrettim, kitap okudum, spor yaptım. Hayatımda görmediğim kaslarımla tanışıp, hiç sahip olamadığım ince belime kavuştum. Her gün sahilde oturdum, denizi seyrettim. Yoga yaptım, burnumu yere değdirebiliyorum artık. Bu omursuzları göre göre benim omuriliğim esnedi de esnedi. Araba kullanmayı öğrendim. E5'de 120 ile gidebildiğimi fark ettim. Anneme inat, annemi de alıp arabayla gezinip durdum. Ona buna bir sürü atkı ördüm, şeker hamuruyla kurabiye yapmayı da öğrendim. Garip garip adamlarla uğraştım, yüz vermedim, kimseyi içim almadı. Babam zor günler geçirdi, üzüldü, yıprandı. Ben de onunla kahroldum durdum. Yapmak istediğim her şeyi yaptım. Günlerce makyajsız gezmenin tadını çıkardım. Umurumda olmadı insanlar. Bir tek saçımı siyaha boyatamadım, kıyamadım. Oysa depresyon ritüelimin birinci sırasındaydı.

Şimdi bunların hepsi geride kaldı. Yeni bir başlangıcım var. Yeni bir iş. Evime yakın oldu diye sevindiğim işim, bol seyahatli çıktı. Ay sonuna kadar şehir dışında olacağımı, evet dediğim ilk gün öğrendim. Karşıdaki gül  gibi işi reddedip, burnumun dibindeki işi seçmem çok işe yaradı cidden. Hiç bir şeyin tesadüf ya da nedensiz olduğunu düşünmüyorum. Bu da değildir elbet. Nasılsa bir beklentim yok gelecekten. O yüzden bu iş iyi çıkmış, çıkmamış hiç umurumda değil. Yani Sezen'in de dediği gibi, "Gelsin hayat bildiği gibi gelsin, işimiz bu yaşamak."