16 Aralık 2013 Pazartesi

İki karpuz bir koltuğa sığmaz canım


Çok uzun zamandır yazmıyorum, içimden gelmiyordu bir şeyler yazmak. Şahaser hayatımla yüzleşmek istemediğimdendir belki de. Bütün yazımı iş aramadan tatil yaparak geçirdim.Nasılsa işe giricem bir daha uzun bir tatil fırsatım olmaz dedim ve yan gelip yattım. Çok da güzel geçti yazım. Keşke hiç bitmeseydi, kara kıştan nefret ediyorum.

Yaz bitince mecbur tekrar iş arayışlarına başladım. Bir sürü görüşmeye gittim bir çoğunda  direkten döndüm. Sebebini de bilmiyorum. Öyle bir  konuşuyorlar ki kesin burası oldum diyorum, sonra aramıyorlar. Daimi göt oluş içerisindeyim. Kimisini ben istemedim, ısrarla asistanlığa başvurmuyorum ille de kurumsal iletişim diyorum. CEO sözcüğü bile tüylerimi diken diken ediyor. Fark ettim ki bütün görüşmelerim kadınlarla olmuş. Hepsi birbirinden uyuz tiplerdi, gülümseyince bile yüze bön bön bakan cinsten. Bence sorun bende değil onlardaydı. Karı milleti diyorum başka bir şey diyemiyorum. Son iş görüşmem bir erkekleydi, şahane bir  firma. Olsun diye dualar ediyorum. Büyük konuşmayayım ama İK müdürünün dediğine göre öncelikli adayım. Bu işe de giremezsem ev ahalisinin bir sürü lafını yicem. Durum giderek maddi-manevi can sıkıcı olmaya başladı.

Aşk hayatımsa her zamanki gibi boktan. O'ndan sonra o kadar örselenmişim ki beklentisi sıfır bir insan olmuşum ilişkide. Mutlu olmam kolay olur sanıyordum. Aslında oldu da tabii sevgilim sinir hastası çıkana kadar. Meğer çok ciddi boyutlarda öfke sorunu varmış. İki ay birlikte yaşadık, herşey gerçek olamayacak kadar mükemmeldi. Hayatımda artık denk gelmem dediğim cinsten sevkatli bir insandı. Gece uykusunda sağdan sola dönerken bilinçsiz üstümü örtecek kadar düşünürdü beni. Evlilik fikrinden nefret eden ben, aynı evde yaşamak evli gibi yaşamak ne güzel şeymiş dedirtti bana. Annemler yazlıktan geldi, haliyle bizim evler ayrıldı. İstanbul'un iki ayrı ucunda yaşamaya başlayınca işlerin rengi değişmeye başladı. Ona yol zor gelmek, banaysa görüşememek zor geldi birlikte geçen iki aydan sonra. Ufacık tartışmalar, kocaman uzayan kavgalara dönüştü. Öfkelendiğinde gözü hiçbir şeyi görmüyor, ağzından çıkanı kulakları duymuyor. Hayatımda kimseden duymadığım sözcükleri, hakaretleri  işittim. Hepsinde çok pişman oldu, binlerce kez özür diledi. Benimle evlenmek istediğini ama maddi durumunun şu anda uygun olmadığı söyleyen biri nasıl da öyle sözcükler kullanabildi bilmiyorum. Son kavgamızda köprüler iyice yıkıldı ve ayrıldık. Zaten fazla mükemmeldi her şey, bir problem çıkmaması anormal olurdu.

Hayatta bazı şeylere aynı anda sahip olmak imkansız sanırım. Hem iş, hem aşk benim hayatımda bir arada olamayan iki şey. Gerçi hoş şu an ikisi de yok ya hayatımda neyse...






14 Eylül 2013 Cumartesi

Hayat bir viraj, duvara toslamam an meselesi

Hayatta bazı şeyler hep istemekten vazgeçtiğimiz zamanlarda gelir. Örneğin ilişki istemiyordum, hop sevgilim oldu. İyi ki de oldu, o ayrı. Ama sonuçta istemiyordum,istemekten vazgeçeli de çok olmuştu.  Şimdiyse hayatımın en güzel, en huzurlu günlerini geçirdiğimi, işsizliğe iyice alıştığımı ve gerçek anlamda mutlu olduğumu düşündüğüm şu günlerde hop karşıma iş fırsatı çıktı.

Bütün yazı tatil yaparak, gezip, tozarak geçirdim. Sonbahar malum kapıda, benim aklım hala beş karış havada. Sanki hiç bu güzel havalar bitmeyecek, param suyunu çekmeyecek gibi yaşıyorum. Ama biliyorum ki Ekim geldiğinde, bizimkiler yazlıktan dönüp, gökyüzünü kara bulutlar kapladığında evde oturmak, işsiz olmak canımı sıkacak. Ha denince iş bulunmadığını da anlamış oldum koca bir kış. Hele benim istediğim pozisyonu bulmak neredeyse imkansız. Türkiye ekonomisi bu, ne zaman ne olacağı belli olmuyor. Gezi olayları, Suriye savaşı derken tekrar bir krize ülkece girmemiz kaçınılmaz. Bu dönemlerde de işten çıkarımların olacağı aşikar. Eh bir sürü işsizden bana sıra gelir mi bilmiyorum. Kısacası artık bulduğum bir işe burun kıvırmadan yerleşmem şart.

Gelelim karşıma çıkan iş teklifine. Eniştem Türkiye'nin önde gelen büyük bir firmasında genel müdür. Bir konuşma ortamında ithalat departmanında boş bir pozisyon olduğunu duyuyor ve beni öneriyor. Firmanın kurumsal olması, şartları iyiliği yerinde. Hemen görüşmeye çağırdılar. Buraya kadar herşey güzel. Burdan sonrası sıkıntılı. Görüştüğüm iki ayrı müdür de CV'min bu pozisyon için fazla iyi olduğunu, yetilerimin bu pozisyonda körelebileceğini ve işin beni mutlu etmeyebileceğini söyledi. Anladığım kadarıyla iş zor bir iş değil, İngilizce bilmek yeterli, öğrenilebilinecek bir iş. Benim kafamdaki yol ise, şirkete girip ve kendimi gösterip iletişim departmanına geçmek.  Bu konuyu İK'ya açtığımdaysa , bunun zor bir ihtimal olduğunu, bu tip rotasyonlarda mühendisleri tercih ettiklerini, bu pozisyonunun önünün kapalı olduğunu söylediler. Kim yükselemeyeceğini bildiği bir yerde motive olup işine asılır ki? Benim iletişim tarafında ilerlemek istediğim düşünülürse, ithalat departmanında çalışmak benim için zaman kaybı olmaz mı? Ayrıca iş şirketin Gebze'de olması da mideme oturuyor. Her gün o yol nasıl gidilir bilmiyorum. Sabah 8'de mesainin başladığı düşünülürse biraz kabus gibi geliyor bana.

Yine kafamda deli sorular. Ne yapacağımı, nasıl bir yol  ilerleyeceğimi bilmiyorum. Ama artık bir yerden başlamam gerektiğini ve para kazanmaya ihtiyacım olduğunu biliyorum. Eski işime girerken de önüm kapalıydı, sırf para için girmiştim. Ama her şey farklı olmuştu.Kim bilir yine belki öyle olur.


21 Ağustos 2013 Çarşamba

Beceremiyorsan capkinlik yapma

Tatillere doyamayan bir bunyem var. O kadar ki yaz bitsin oyle iş bakarım modundayım.  Kucuk haremimle cok mutluyken, hatta tabiri caizse hepsini parmagimda oynatirken kendimi bir anda iki tanesiyle tatilde buldum.

Haremimin cool ve cekisi olani Bodrum'a benim de daha onceden tanistigim bir arkadasinin yazligina tatile gidiyormus. Sen de gel diye israr etti. Baktim ki en yakin diye tabir ettigim ama satisin kralini yasatan kiz arkadasim da ayni tarihlerde Bodrum'da, tamam dedim geliyorum. Anneme kiz arkadasimla tatile gittigimi soyledim ve bavulu toplayip kalktim gittim Bodrum'a bizim cocukla. Ben kendime ait odamin olacagi, uc kisi olarak kalacagimizi sandigim bir eve gidiyordum. Ama gercek cok baskaymis. iki odali evde iki kiz, dort erkek toplamda alti kisi kaldik. Odalardaki yataklarin cift kisilik oldugunu soylememe gerek yok sanirim. Odam neresi gibi saf bir soru sordum, aldigim cevap cool cocugumuzun odasi oldu. Tamam cocuk iyi, hos ama ayni yatakta yatip bes gun basbasa gecirecek kadar degil. Kaldi ki ben hala bir iliski istemiyorum, duygusal inzivada canim istediginde birileriyle gorusme kafasindayim.

Ilk geceyi kavga dovus ben koltukta o yatakta yatarak gecirdik. Gecenin bir koru gozumu actigimda koltukta yanimda baska biri yatiyordu o ayri mevzu. Her gece sabah 6'dan once eve donmedigimiz icin kimsenin benimle yatak kavgasi yapacak hali ya da kafasi kalmiyordu.

Ilk iki gun kiz arkadasimla gorusucegimize dair envai plan yapmamiza ragmen her gun sabah icin ayri, aksam icin ayri bahane uretip bir kere bile beni gormeden istanbul'a dondu. Oysa annemin arama ihtimaline karsi yanimda olmasi gerekiyordu. Cocuklari cok iyi tanimadigim icin o orda olacak diye ben kalkip gittim Bodrum'a. O kadar asabim bozuktu ki ikinci gun ben bir bahane bulup donucem dedim kendi kendime. Sansima bunlari dusundugum gece gittigimiz barda yan bistromuzda benim haremin romantigiyle denk geldik. Bodrum'da oldugunu biliyordum ama gorusemeyiz diye dusunmustuk. Onu gordum ve benim butun gerilimim bitti. Tanidigim birinin guveniyle ictikce ictim. Hic bizim bistrodakilerle takilmadan butun geceyi onunla icip dans ederek gecirdim. Cocuklarin hic birine vaatte bulunmamamin avantaji bu. Hesap soramiyorlar!

Cok icilen gecenin sonunda eve zil zurna donduk. Koltuk moltuk gormedi gozum, zaten koltugu paylastigim arkadas cok horluyordu direk yataga yatip kiyaftlerimle sizdim. Yarim saat sonra arkamda bir hareketlilik oldu ve sonrasi malum. Hayatimda ilk kez cikmadigim biriyle birlikte oldum. YAsadiklarima, bana yasatilanlara inat yaptim. Ama pu allah cezami vermesin benim. Cool arkadas ertesi sabah baya sevgili moduna bagladi. Kose kapmaca oynuyoruz resmen. Ya cooldun sen, ben aranizdan birinde karar kilmak istemiyorum cek git demek istedim, tabi ki diyemedim. O cool adam gitti, yerine bir sevgi pitircigi geldi. Sevisirken bile anlasiliyo adam sefkat dolu. Aliskin olmadigim icin o halleri hem guzel hem garip geldi. Okuze, gotunu donen modele alismis biri olarak sevistikten sonra gozunun icine bakip iltifat eden, sacini open erkek baska seymis.

Tatil bitti. Ben yazliga, o Istanbul'a dondu. Bekar olarak baslayan tatil, hassiktir benim erkek arkadasim var hissiyatiyla bitti. Bir sey eksik ne bilmiyorum. Evet iste o bu, diyemiyorum. Yalnizliga cok alistim, cok garip geliyor simdi. Haremimin gozdesi komik olana durumu nasil aciklicam bilmiyorum. Soyledigim anda geri cekilecegini biliyorum. Onu arkadas olarak asla kaybetmek istemiyorum. Elim, kolum kadar cok seviyorum onu ama fazlasi degil.

Kafam cooook karisik. Cok da bir sey hissetmedigim bir adamla cikiyorum. Ve gercekten hala bir iliski isteyip istemedigime emin olamiyorum. Sanirim ben rahatlik olayinin ayarini kacirdim ve simdi toparlayamiyorum.






28 Temmuz 2013 Pazar

Ben şu aralar Vol.2

26 yaşımı bitirdim, bu yaşıma kadar hiç bu kadar çok kutlama yaptığım bir doğum günüm olmadı. Doğum günümden bir gün önce başladı, 26 Temmuz'a kadar devam etti. Hiç bu kadar çok hediye almamış, hiç bu kadar çok sevildiğimi hissetmemiştim.

Ben çeşitli karakter ve tarzlardan insanlarla arkadaşlık etmeyi çok keyifli buluyorum. Kültürel mozaik gibi  geliyor bana. Dolayısıyla hepsini bir araya getirip de bir kutlama yapamıyorum. Her güne bir kaç kişi sıkıştırdım ve ömrümün en güzel doğum günü haftasını geçirdim.

Arkadaşlıklarım öyle bir noktaya geldi ki artık kimseye yetemez oldum. Sürekli çakışan programlar yüzünden insanlar sitem etmeye başladı. Kendime dahi zaman ayıramıyorum. Evde oturup ayaklarımı uzatasım geliyor yapamıyorum.

Bu yaz rejisör koltuklarına taktım. Koltuklarımızı alıp sürekli sahile iniyoruz. Ya piknik yapıyoruz, ya içiyoruz ama hep çok gülüyoruz. Bu umursamazlık bana çok yakıştı mı ne? :) O kadar rahat bir kafa yaşıyorum ki ister istemez etrafıma insanları çekiyorum. Hayattan sonuna kadar tat alıyorum.

Deli gibi yoga ve pilates yapıyorum. Esnedikçeesniyorum. Kafaya koydum, bu kadar çok sevdiğim şeyleri profesyonel olarak yapmalıyım. Eğitim alıp eğitmen olacağım. Çok heyecanlıyım çok!

Hayatımın en çapkın dönemini de yaşıyorum. Erkekler gerçekten rahat ve sevimli kızları seviyor. Mütevazi olamayacağım, öyleyim :) Kendime üç kişilik bir harem kuruverdim bir anda. Ama öyle bir durum ki ne hepsini ne de hiç birini istiyorum. Hepsinin baskın özellikleri bir erkekde muhakkak olmalı dediğim cinsten. Biriyle o kadar çok gülüyorum ki agzım acıyor gülmekten. Diğeri o kadar sevimli, duyarlı ve güvenilir ki gözüm kapalı kendimi ona emanet ederim ki bu yıllardır unuttuğum duygulardı. Ne kadar çok değer görmeyi özlediğimi hissediyorum onunla. Bir diğeri ise coolluğu, cekiciliği, bakışlarıyla kitliyor beni. Hepsi ayrı ayrı benimle tatil planı kuruyor, bir tanesi baya yüzük modelleri gönderiyor, bir tanesini sürekli bana yemek yap modunda. Üçünü birleştirince o mükemmel erkek ortaya çıkıyor. Ama maalesef üçü bir arada yürümeyeceği için "Çok erkek, hiç erkektir." kafasına her an girip hepsiyle görüşmeyi kesebilirim.

Kim bilir belki de son iki yıl duygusal olarak yaşadıklarımın acısını çıkarıyorum. Sevilmeyi unutmuşum resmen, sevişmeyi unutalı asır oldu zaten. Yeterince O'na her anlamda sadık kaldım. Ama O gününü gün edip, bir tarafının keyfini yaşarken benimkisi mallıktan başka bir şey değilmiş. O gün şirket yemeğinde O'nu gördüm ve O'nun defteri benim için kapandı. Hala rüyamda görüyorum, sıkıntıyla uyanıyorum. Hala aklıma geliyor, kendime itiraf etmesem de eşek gibi de özlüyorum. Ama kendime müsade etmiyorum onun için üzülmeye. Hayatıma devam etmem gerektiğini biliyorum ve yapıyorum. Keşke O'nunla mutlu olabilseydik, gülüp,sohbet edip birbirimizi arzulasaydık diyorum ama O'nsuz da mutlu olunduğunu, kafamın rahat ve aklımın kelime oyunlarından, acabalardan uzak kalınca daha berraklaştığını da biliyorum...

Mutluyum özetle ben bu aralar. Bir şeyler değişti ve değişiyor farkındayım. Bunun farkında olduğum her anın tadını çıkarıyorum. Sıkıntılara mı ne oldu? Hala işsizim, parasızım hatta açım. Aileden baskı görüyorum maddi konularda. Babam da annem de ayrı ayrı çok mutsuz. Ama ne yapabilirim? Umrumda bile değil. Sikerler diyor ve güzellik dolu hayatımı yaşıyor. Size tavsiye hayat ancak böyle yaşanıyor...



18 Temmuz 2013 Perşembe

BÜYÜdüm Ben !

Büyüdüm, büyüdüm kederle büyüdüm...
Cidden  ben bu yıl kadar olgunlaştığım, bazı şeyleri aştığım, değiştiğim bir yaş geçirmedim.
Her yıl böyle diyorum belki ama bu yıl gerçekten farklıydı.
Yeni yaşımda geçen seneden kimse yok yanımda. Hatta geçen yıl yanımda olan kimse dogum günümü kutlamadı bile.
Bu yıl daha az ama daha öz insan var  hayatımda. Kim bilir seneye belki onlar da olmaz.
Bunca sıkıntıdan sonra ki sıkıntılar hala orda duruyor kendimi çok mutlu, huzurlu ve büyümüş hissediyorum.
Yazacak, söyleyecek çok sözüm var ama sırası değil.
Bugün benim günüm, gerisi teferruat...




8 Haziran 2013 Cumartesi

Sorgulamak kafa açar

Hayatımda ki abuk sabuk şeyleri sorgulamaya başladım. 

Mesela mint yeşiline neden bu kadar taktım kafayı? Algıda seçicilik yapıp her yerde o rengi görüyorum.

Annem sağlık sorunları yüzünden yazlık-ev arasında mekik dokudu bir türlü gidemedi temelli. Ve ben bugün sonunda annemi yolcu ettim. Üzüldüm mü ne? Niyeyse evin sessizliği üstüme çöktü, sevimsiz geldi yalnızlık ilk defa. Oysa dört gözle beklerdim onun gitmesini, Kasım'a kadar evin sefasını sürmeyi. Küçük bir kız gibi büktüm dudaklarımı giderken annem...

Ben daha çok sebze yiyen bir insan oldum.Yemek seçerdim, onu yemem bunu yemem. Bok diyesi gelirdi insanın. Ne ara keyif için yemek yemeği bıraktım da bu kadar sıkıcılaştım?

Kariyer derdim, kaygım silindi gitti. Şimdi çok anlamsız geliyor hepsi. Huzurlu olsun işim yeter diyorum şimdilerde.

Makyaj yapmak, ne giyicem gibi dertlerim kayboldu. Makyaj yaptım mı suratımı yıkayasım geliyor. Agız tadıyla elimi yüzüme yapıştırmayı seviyorum. İçinde rahat olduğum kıyafetlere gidiyor elim. Oje falan da öyle çok sürmüyorum. Baya sevdim ben bu sadeliği. Niye ki?

İnsanlara daha az öfkelenir oldum. O içime kaçan yüksek tansiyonlu holigan öldü. Biri bir şey mi söylüyor beni üzecek, takmıyorum.Ya susuyorum, ya da kesip atıyorum. Uzatmıyorum. Sanırım ben artık insanları o kadar da önemsemiyorum. Değer vermek yük geliyor. 

Eskiden olsa niye evdeyim ben hep, arkadaşlarım neden dışarı çağırmıyor beni derdim. Şimdi her güne üç ayrı program sığdırmaya çalışıyorum. Ve resmen eskilerden, yenilerden bütün insanlardan sıkılıyorum. Oturup susalım istiyorum. Hiç aklıma gelmezdi kalkıp da birine yeter artık bu kadar sık görüşmeyelim diyeceğim.

Gecenin birinde kapıda kaldığım zaman arayacak insanlar listemde babamın olmadığını fark ettim. Aklıma bile gelmedi. Ben cidden babama bile güvenmiyormuşum. Kalkıp bir de elin heriflerine mi güvenicem?

Aşktan da soğumuşum, çaktırmadan bunu da sorguladım. Çünkü öpüşüyorsun dudağında tadı, sevişiyorsun yatağında kokusu, bakışıyosun aynada yüzü, seviyosun bir tarafında sızısı kalıyor, geçmiyor. Gerek yok.

Büyüyor muyum, hayattan mı soğuyorum belli değil...

 

6 Haziran 2013 Perşembe

Bu mu gerçekten aşk?

Bal gibi biliyordum onu bugün göreceğimi. Ondandı bütün gün ki huysuzluğum, eski şirkettekilerle yemek yemeğe gitmek istemem. Ne hissedeceğimden korkuyordum. Öfke mi duyucam, kırgınlık mı? Yoksa gömdüğüm, direndiğim duygularım su üstüne çıkacak ve sar başa mı yapacağım? Bilinmeyenden, yüzleşemediklerimden korkuyordum.  Aylarca kaçtığım kabusun ete kemiğe bürünmesini istemiyordum. 

Korktuğum oldu ve "O" geldi. Silmek istediğim yüzü, yolda duyduğum anda mideme kramp sokan kokusuyla karşımda duruyordu.Bu onu Ocak ayından beri ikinci görüşümdü. İlki uzaktandı, yanımdan yürüyüp geçivermişti ama bu başkaydı.

 Medeni iki insan gibi öpüşüp merhabalaştık sanki 5 aydır konuşmayan biz değilmişiz de daha geçen hafta oturup kahve içmişiz gibi. Sanki vücutlarımızın her cm.ini ezbere bilmiyor, onca tutkuyu hiç hissetmemişiz gibi. Son derece doğal ve sıradan bir şekilde...Hala ne hissettiğimi bilmiyordum. Panik duygusu ufaktan gelmiş, göğüs kafesime uzun süre kovduğum o aygır oturuvermişti aniden. Sesini mi duyuyordum, gerçekten karşımda mı oturuyordu? Şaka mıydı tüm bunlar.  Rüya ile kabus arasında gidip geliyor ve bunu HD formatında mı görüyordum? Ah, hiç bir şey bilemeyecek kadar sarsılmıştım sanırım. 

Anılarımdı o benim, sınavımdı kendimle verdiğim. En yakın arkadaşım, sevdiğim adam, düştüğümde kaldırmayacağını bilecek kadar güvenmediğim ama ısrarla kendimi emanet ettiğim... Zıttımdı o benim, şefkatle yaralarını öpmek istediğim, maskesinin ardındaki sarılmak istediğim küçük erkek çocuğuydu. İstese, inat etmese dünyanın en mutlu insanı olamamı sağlayacak kadar içime işlemişti. Bakışından ne dediğini anladığım ama anladıklarımı canımı yaktığı için intikam alırcasına yok saydığımdı. Sabrımdı, beni büyüten ama kalbimin buz kesmesine sebep olan kışımdı. Ve canlı kanlı bir şekilde karşımda duruyordu...

Ah şu zaman denen şey nasıl da kandırıyor insanı! Bitti diyorsun, geçti. Bir bakıyorsun kahpece geçen aylar saatlere, saniyelere inmiş ve aradan geçen onca ay buharlaşmış. Aşık olmak gerçekten bu mu? Kimseyi sevememek, başka güzel adamlarla tanışmak ama hepsine birer kulp bulup yol vermek, üstünden bin yıl geçse de ufacık birşey de bulutların dağılması ve aklının "O"nunla dolması. Akıtmamak için söz verdiğin yaşların, aylar sonra tarifsizce gözlerine hücum etmesi, durmadan akıp gitmesi...Bu mu gerçekten aşk?


5 Haziran 2013 Çarşamba

Veda


Onu uyurken izlemek… diye başlayıp devamını asla getiremediğim taslak.
“Lan ben napıyorum böyle?” sorusu.
Göğüs kafesimi biraz olsun doldurabilmek için yüz üstü yatıp, istem dışı yorgan siken bir ahmak oluşum.
“Acaba onu bana mı dedi?” umutla karışık pişmanlıkla sotelenmiş fırında zavallılığı.
(Bütün proteini ‘güçlü görünme çabası’ , kalsiyumu ‘duvara yumruk atmamak’ ve vitamini de ‘devam edebilmek’ emiyor.)
Üşenmediğim tek şeyin sen olması.
Rakının ve bu siktiğim balkan müziklerinin olduğu bir dünyada, sana - aşık - olmamak - öyle - zordu ki!
(Bu yazdığım en uzun şey olacak.)
Onu uyurken izlemek… gibi bir şeyle devam etmesi gerekiyordu.
“Aklım kime karışmış?” tasası.
Bak şu gördüğün dağların hepsi bizim. Senin için yarattım.
Bu yaratıcı ruhumu kimden almışım belli değil.
Aşığım dedim, seviyorum! dedim, sevsene dedim, sen de bana aşık ol; bana siktiğim şu değerini verme işte, ölür müsün be adam sen-de ba-na a-şık ol! dedim.
Başka başka ağladığım oldu, arkamı dönmüştüm çoğu zaman; bak şu kulak içi dolu gölleri hep benim.
(Senin için ağladım, beğendin mi?)
Bu gözyaşları faiziyle elbet ödetilecek de dedim, ne faturalar kestim de ödedim ama hep ben ödedim.
Geçenlerde hayvani gıdalara ara verdim, biliyorsun; birtakım şeyleri bırakabilen biri değilim.
Bil: seni bırakabilecek biri değildim.
(İnsan hiç tutamadığı şeyi nasıl bırakabilsindi zaten aptal!)
Bizim oralarda sevgilim; aynı anda olur her şey. Aynı anda ağlar, aynı anda oynarsın. Aynı anda aşık olursun birbirine.
Aynı anda!
Ama alkolün ve bu ezgilerin olduğu bir hayatta, sana aşık olmamak gerçekten mümkün değildi.
Duvarda bileklerimin gölgesi dans ediyor, içimde hala bi şeyler, aklımda bitirdikçe midemde başlaması ve nefes almakta güçlük çektiğimde bir of! ki; böyle of! ‘lar yalnızca çingenelerde görülmüştür.

Bir sigara yak, bir yudum al, bir küfür salla, bir kadın düşün, o kadını biraz düşün, biraz onun tarafından bak, bir kez olsun düşün şu lanet karıyı da; en sevdiğim dudağının kenarında küçük bir tebessüm belirsin, olmaz mı?
Acele etme, ben bekliyorum.
İstediğin yerden devam edersin.
Sen kuruyemiş al henüz market zincirlerine yenilmemiş mahalle bakkalımızdan, ben izleyeceğimiz filmi seçeyim olmaz mı?
 Olmaz tabii şapşal, herşey geride kaldı.
Kendime katlanmam gereken daha bir ömür olması midemi bulandırıyor ve eğer kalıp bana katlansaydın dünyanın mutlu olan sayılı insanlarindan olurdum.
-E ne yapacağım şimdi ben bu duyguyu?
-Götüne sokarsın tatlım.
Çünkü hayat; sabahın 6’sında evin balkonunda, tek elinle alnına destek olup sigara içmektir.
(Gelişine vurmaktan başka yol bilmiyorum ki.)
Beni galiba sevdiysen bu güzel bi şey.
Sert çikolatalar, heves kıran insanlar, evde su kalmaması ve teki bozulmuş kulaklık hiç güzel olmayan birkaç şey.
Burada biraz dur. Devam edersin.
İstediğin zaman devam edebilirsin.
Zararın neresinden dönersen dön, karşıdan gelen kadına çarpacaksın.
Kan kaybediyor.
Hep kaybediyor.
Evet, bütün güzel ablalar; evin balkonunda tek başına ağlıyor.
Gerçi sen nereden bileceksin.
(Senin güzelden anladığını sikeyim!)
Sonra biraz düşündüm, sahip olduğum zaten hiçbir şeyi mi bırakıp uzaklara gideceğim?
Olmayan seni mi sevmekten vazgeçeceğim?
İnsan yok yere canı acıyınca, başkalarıyla hesaplaşıyor.
Sıradaki mutsuzluk benden sana girsin.
İnsanların dış görünüşlerini, fikirlerini, hayallerini, kültürlerini hatta cebindekileri bile küçümseyebilirsin; ama iş o acıya geldiğinde bayım, simitçi de bir kıza aşık olmuştu, devletin saygın memuru da, pavyonda şarkı söyleyen kadın da, baban da, çöpte yatan o deli adam da ve sen kim oluyorsun ki bu acıyı çektiğim için beni küçük göreceksin?
Ve sen böyle güzel ‘adam’ kokarken sevgilim; Allah da artık belamı keşke versin ama sana aşık olmamak, beni affet ki imkansızdı.
Hoşçakal...



24 Mayıs 2013 Cuma

Spor Salonu Gözlemleri Vol.2

Malum işsizim, vakitten bol başka bir şeyim yok. Depresyona girince iştahı bıçak gibi kesilen, mutluluk bir tarafına batınca da camış gibi yiyenlerdenim. Hem yemeğe abanıp hem de evde oturmak olmaz dimi? Yaz geliyor, popo altı etekler şortlar rafta bekliyorken ben kanepede popo çukuru oluşturamam dedim ve spora iyice ağırlık verdim.

Geçen sene başında depresyon yüzünden spora yazılan ben, bu sefer de can sıkıntısından dört elle asıldım spora. Tamam itiraf ediyorum, spora yazılırken hala "O" hayatımdaydı ve popom biraz şekillensin bacaklarım güçlensin ki gözüne gireyim derdindeydim. Yazık çabalarım sonuç verdi ama "O" bunu göremiyor. ha ha ha aman ne üzüldüm! Neyse, 6 aydır düzenli pilatese gidiyorum. Eskiden akşamları iş çıkışında giderdim etraf kaslı, bal dök yala adamlarla kaynardı. Ama sabah grubu adeta bir Seda Sayan konuk tribünü tadında. Bir kaç erkek dışında her yer kadın, hem de yaş ortalaması 45 ! Bıngıl bıngıl ablalarla, pilates yapıyorum.

Arkadaş yemişim fitnessı, bu pilates kadar zor şey görmedim hayatımda. İddia ediyorum 100 kg bench press de basan abiler, bu pilates denen kabusu yapamaz! Bildiğin ağlıyorum, bazen hoca o kadar yükleniyor ki sinirim bozuluyor ana avrat küfredesim geliyor.  Hatta hay amk senin dediğim de oldu. Zerre kg vermedim ama bir beden küçüldüm naberrrr. Popom uçan balon gibi yukarı çıktı, karnımda ilginç bir V kası oluştu ve evet artık su kapağı bile açamayan kollarımla kendi gövdemi havaya kaldırabiliyorum. Kalflarım için aynı övgülerde bulunamicam çünkü zaten Roberto Carlos gibiydi artık iyice tescillendi. Topuklu ayakkabı giydiğimde yanlardan bile fırlıyorlar. Ağladım, sızladım ama neyse ki değdi.

Her gün spora gide gide insan çevre de yapıyor. Hocalar bir numaraları yeni kankalarım. Gündüz çok tenha olduğu için gitmiyim muhabbet edelim diye çayı kahveyi önüme dayayıp duruyorlar. Gideyim ben artık diyorum hiç de acımaları yok, şlakkkk diye işin yok gücün yok, nereye diye yapıştırıyorlar lafı. Böyle günde 5-6 saatimi sporda geçire geçire nişanlarına, düğünlerine davet edilen insan bile oldum. Hepsi dünya ahiret bacım olduğundan, pislik muhabbetlerin dibine de vurabiliyoruz. Valla çok eğleniyorum. İçimdeki öküzü ehlileştireyim dedikçe, daha da coşuyorum onlarla. Bu gidişle işe mişe siktiri çekip ya pilates ya yoga hocası olup orda işe giricem. 





14 Mayıs 2013 Salı

Özlediklerim...

Özlediklerim var benim. Ne kadar kızsam da, ne kadar canım yansa da asla özlemekten vazgeçmediklerim...
İnsanı en çok sevdikleri üzermiş, değer vermediklerin zarar veremezmiş kalbine. Benim de öyle. Hep en çok sevdiklerim üzdü beni. Çünkü ben sevince çok içten, saf, en çıplak halimle sevdim onları.

Bilirsin kalbin derinliklerinde herkesin sırları vardır. Bazen kendin bile yüzleşemezsin. Hayattaki en büyük mahremimi açtım ben sevdiklerime. Hayatta her zaman karşına böyleleri çıkmaz. İnsanın onlarca dostu olmaz ki zaten. Ne yazık ki ben o nadir bulunan dostlarımı tutamadım yanımda. En çok onlar acıttı canımı. Uzatamadım elimi, adım atamadım, sindiremedim, kabullenemedim... Affediciliğimin tükendiği noktada bir daha  cesaret edemedim, bir daha canımın yanmasını göze alamadım. Hep geride, anılarda bıraktım dostlarımı.

Hepsini o kadar çok özlüyorum ki... Özlemek insanın en büyük laneti olmalı, bu kadar can acımazdı yoksa. Özlemek, aldığım nefes bile olabilir. Ciğerlerimin bu kadar yanmasının başka bir açıklaması olamaz. Ne kadar zaman girerse girsin, yaralarım açıkta küf tutmuş olsun yine de onları çok ama çok özlüyorum. Bazen rüyalarıma giriyorlar. İşte o zaman geçmiş geride kalıyor. Sıkıca sarılıyorum, kokularını içime çekiyorum sanki rüyalarımın kontrolü bendeymiş gibi. Kahkahalar atıyorum onlarla. Rüyalarımda yeniden eski ben oluyorum. Uyanıyorum, göz yaşlarım kulak içlerime akıp göller oluşturuyor. Canım yanıyor. Yanımda olsalar keşke hiç gitmemiş olsalar diyorum. Kim bilir belki de ben onları değil, onların yanında olabildiğim o kızı özlüyorum...




7 Mayıs 2013 Salı

Everything's gonna be alright?



Hayatta herşeyin başı sağlık klişesinin doğruluğunu deneyimlediğim günlerdeyiz. Bize hiç bir şey olmaz, önümüzde uzun sağlıklı bir yaşam varmış gibi düşünürüz. Anne, babalarımız sanki bir ömür yanımızda olacakmış, onlara hiç bir şey olmayacakmış gibi yaşarız. Ama işte öyle değil. Çevremde annesini kaybetmiş bir, babasını kaybetmiş üç arkadaşım var. Nasıl bir acı olduğunu da şahit olarak yaşadım. Ama yine de insan bunları unutabiliyor.

Bizim ailede kanser çok yaygın bir hastalık. Annemin kuzenleri, anneannemin kız kardeşleri meme kanserinden, babamın babası bağırsak kanseri, amcamsa akciğer kanserinden öldü. Ben de, ailem de birer potansiyel taşıyıcı. Artık kanser grip gibi yaygınlaştığı için, bu hastalık karşısındaki tepkimiz de olağanlaştı. Ama işte insanın en sevdiğinin başına gelmesi karşısında hiç de olağan karşılanmıyormuş.

İki gündür annemle perişan bir şekilde hastanedeyiz. Annem iki aydır diare. Günlük hayatını etkilemeye, sokaktan eve zor yetişmeye başladı. Hep doktora gitmesi gerektiğini, bunun normal olmadığı söyledim durdum. Köyde mi büyüdün, cahil misin be kadın?! Erken tanı diye bir şey hayatında duymadın mı sen? 

İşten ayrılır ayrılmaz hadi artık böyle olmayacak diyip annemi zorla doktora götürdüm. Doktorun tepkisi bizi bayağı bir korkuttu. Öyle nokta atışı sorular sordu ki keyfimiz iyice kaçtı. Sorduğu her belirti annemde vardı. Kilo da kaybetti oldukça. Neden bu kadar gelmekte geciktiğimizi sorduğu an başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Doktor, pankreas kanserinden şüphelendiğini ailede kanser olup olmadığını sorduğunda,gövdem odada ama zihnim çoktan başka diyara göçmüştü.

Sonu gelmeyen testler, tahliller, korku dolu göz yaşları... Annem çok evhamlı bir kadındır. Direk ben çok gencim, torunlarımı görmek istiyoruma bağladı. Ciddi bir şey olmadığına eminim dedikçe, o kafasında senaryolar yazdı. Nasıl moral vereceğimi bilemedim. Yanımızda kimse yoktu. O an insanın hayatında bir kardeşi olmalı  dedim. Ben tek başıma nasıl kaldırırım bunca şeyi?

Testlerin sonuçları geldi. Herşey tertemiz çıktı. Ama bu iyi haber gibi gözükse de aslında değil. Çünkü annem hasta bunu görebiliyorum. Kolonoskopide karar kılındı son çare. O da hayatımda duyduğum en iğrenç şey ya neyse sağlık için katlanıyor insan. Haftaya sonuçları gelecek. Bir hafta insan nasıl bekler ki? Kendimi iyi olacak diye inandırmaya çalışıyorum. Kan değerleri normal, hasta değil annem diyorum ama çok korkuyorum. Yalnızlık ne demek çok iyi biliyorum ama canından can kopması nedir bilmiyorum. Bu bir haftayı düşünerek geçirmesin diye annemi yazlığa yolluyorum ama ben akıl sağlığımı napıcam onu da bilmiyorum. 

Herşey neden bu kadar kötüye gidiyor anlayamıyorum. Umut ediyorum sürekli ama olmuyor işte. Bir yer de pick yapacak ve düzelecek herşey diyorum ama sadece kendim söylüyor kendim dinliyorum. Neyse yine söylüyorum düzelecek, düzelecek, düzelecek...





4 Mayıs 2013 Cumartesi

Fotoğraflar Anılara Karşı

Bilgisayarım çöktü geçenlerde. Beş senedir aynı laptopu kullanıyorum ve yıllar içinde bir sürü fotoğraf, müzik, dosya biriktirmiştim. Benim gibi yazarak içini boşaltan birinin bir sürü yazı biriktirmesi doğal. Ve bütün bu senelerce biriktirdiklerim yok oldu gitti. Harici belleğim bozuldu, yedeklerimin bir bölümünü kurtarabildim.

Kurtardığım fotoğrafları klasörlerken bir garip oldum. Fotoğraf silmeye kıyamam ben. İnsanlar sevgililerinden ayrılır ilk olarak anılarını silip, yok eder. Bense göremeyeceğim bir yere koyar, acısı dinince açıp bakar, o günleri gülümseyerek hatırlar, o anıdan bu anıya sürüklenirim. Fotoğraf dediğin güzel anların karesidir. Dolayısıyla baktıkça mutlu oluyorum.

Anılarıma tek tek bakarken her gelen yılın bir öncekini arattığını fark ettim. Hayat ne garip, büyüdükçe bilinçleniyorsun. Bilinçlendikçe hayat seni tatmin etmemeye başlıyor ve problemler büyüyor. Geçmişe baktıkça ne kadar çok sevdiğim insanın hayatımdan kayıp gittiğini görüyorum.

Beş yıl birlikte olduğum ve sonrasında da en son iki buçuk yıl çıktığım erkek arkadaşımın fotoğraflarını buldum. İnsan olarak hala onları çok seviyorum. Aklımda hiç bir kötü anı yok. Güzel günlerin anılarına bakmak da içimi acıtmıyor. Demek ki içimdeki her şey bitmiş onlara karşı.

Eski telefonumun içindekileri de yedeklemişim zamanında. O kadar çok "O" na dair fotoğraf var ki laptopu kırasım geldi. Zaten "O"nsuz geçen ilk yaz oldukça flashback yaşatıyor, evde yalnız kaldıkça zihnime üşüşüyor anılar. Bir de yetmiyormuş gibi  görsel olarak da karşıma çıkması mideme krampların girmesine yetti. Yengeç burcu yerine öküz burcu olsaydım keşke.O zaman geçmişi ait olduğu yerde bırakmak daha kolay olurdu. Demek ki neymiş bu fotoğraflar bir kaç sene sonra bakılmak üzere gözden ırak bir yere konulacakmış.

Eski ofisimde işe ilk girdiğimdeki yemek organizasyonlarının fotoğraflarını da buldum. O kadar çok özlüyorum ki eski işimi, arkadaşlarımı elime ofisle alakalı her hangi bir şey geçtiği an burnumun direği sızlıyordu. Sanki o hassasiyetim gitmiş. Yine içim burkuldu bakarken ama ağlamadım, nasıl olduysa :) 

Geçen sefer ki yazımda da yazmıştım. Bence yaşanılanları unutmak diye bir şey yok, sadece alışmak var. Ben de elimden geldiğince alışmışım geçmişin geçmişte kalmasına. Önüme bakmışım, tökezlemişim zaman zaman. Ama işte bazen öyle bir şey oluyor ki anılara dair kokular, yerler, şarkılar, yemekler ve elbette fotoğraflar o alışmak için sarf ettiğin bütün anıları bir anda canlı kanlı karşına çıkarabiliyor. Sanki hiç üstünden zaman geçmemiş ve sen zaten yeterince gidenlere ağlamamışın gibi...





30 Nisan 2013 Salı

İşsizler Ordusu, Hello! Vol.2

Beklenen gün geldi, çattı. Bugün iş yerimdeki son günümdü. Artık resmi olarak yine işsizim. Amannn ne güzel. Bu seferki bir önceki gibi beklenmedik bir şekilde, kendi isteğim dışında gelişmediği için mutsuz değilim. Tam tersine bir rahatlama geldi. Öyle sıtkım sıyrılmış ki oradan, bugün resmen benim kurtuluş günümdü. Yarın da işçi bayramı zaten. İşsizliğimi kutlama günü addediyorum bu sene 1 Mayıs'ı.

Bugün yine ofiste sarkıntılık eden ayı öküzüyle birbirimize girdik. En son attığı msglara cevap vermedim diye bana küstü kocaman adam. Küsse iyi, bir de kedinin uzanamadığı ciğer misali sürekli azarlayıp, bağırıyor. O garip insanlardan kurtulduğum için çok mutluyum. Sadece kızları özleyeceğim. Onlara çok alışmıştım. Sabahları denize nazır kahvaltı edip, öğlenleri Türk kahvesi eşliğinde bol bol dedikodu yapıp, eğlenirdik. Tek üzüntüm onlardan ayrılmak oldu. Akşam iş çıkışı hep beraber caddeye yemeğe gittik. Öyle güzel şeyler söylediler ki benim hakkımda, gözlerim doldu. Ne mutlu benim adıma ki her gittiğim iş yerimden beni seven, gitmemi istemeyen insanlar kazanıyorum. Ama nasılsa alışırım buna da. Bu küçük hanım nelere, kimlerin yokluğuna alıştı. Buna mı alışamayacak. Hehehytt!!

Gerçi bana kalırsa unutmak, acının ya da özlemin azalması diye bir şey yok bu dünyada, sadece alışmak var...

Boşluğa düşücem yine muhtemelen. İş arama süreci asabiyetimi hoplatıyor. Kariyer.net'e dadanıp, binlerce saçma iş  ilanına saldırıp, kurumsal firmaların ilanlarına bakıp hayal kurma dönemine giriyorum, kolay değil malum. Eğer bu sefer de kurumsal firmalardan görüşmeye çağırılmazsam, yönetici asistanlığına geri dönüş yapıcam. Beni çekip vursan daha iyi. Ama görüldüğü üzere bu sikimsonik hayatımda kurduğum hiçbir hayal gerçekleşmiyor. Prensler kurbağaya, arkadaşlar kötü cadıya, hayallerimse kabusa dönüşebiliyor. 

Bu yıl kesinlikle benim yılım değilmiş. Hayatımda ilk kez replay değil de, forward tuşu istiyorum. Bitsin artık çilem, ben de hak ediyorum mutluluğu be reis. Geçmişim karması ne zaman bitecek acaba?




20 Nisan 2013 Cumartesi

Evim evim güzel evim

Beklenen gün geldi ve bizimkiler yazlığa sonunda gitti! Evim evim güzel evim ! Ev bana kaldı. Nasıl mutluyum anlatamam. Bütün kışı evde oturarak geçirdiğim için normalden daha çok annemlerle vakit geçirmek zorunda kaldım. Belki de bu sene kadar hiç bir yıl evde yalnız olmayı bu kadar çok istememiştim. Zaman nasıl oldu bilmiyorum ama su gibi akıp geçti ve gittiler.

Öyle çok özlemişim ki evde bir başıma olmayı anlatamam. Anneannem çok gürültü yapan bir insandır sağolsun, hiç de evden çıkmadığı için baya varlığı yer kaplıyor. Nasıl sessiz şimdi ev.  İstediğim gibi kitap okuyup, müzik dinleyebiliyorum. Salonda kanepeye uzanıp dvd izlemek bile büyük bir lüks şu an benim için. Yahu evde donla dolaşabiliyorum yok daha ötesi. Sırf bu güzellikleri yaşamak için gece dışarı bile çıkmadım. Koydum şarabımı, açtım filmimi, keyif yaptım. Ben cidden yanlız yaşaması gereken bir insanım. Dış dünyada arkadaşlarımla konuşmayı severim, herkes ne kadar şirin, sıcak kanlı, konuşkan olduğumu söyler. Ama işin aslı ben susmayı daha çok seviyorum, kimse bilmiyor. Sessizliğe aşık bir insanım. Arabayı alıp tek başıma dolaşmayı çok seviyorum mesela. Açıyorum bazen müziğin sesini sonuna kadar, sahilde basıp gidiyorum. Tamam, kabul yalnızlığın çok koyduğu anlar da var. O kadar da suyunu çıkarmıyım şimdi :)

Bu yaz evdeki yalnızlığım son senekilerden daha farklı. Ama olsun,umrumda değil. Kimsecikler yok, istediğimi yapabiliyorum ya o bana yetiyor. Gece yarısı arabayla dışarı çıkıcam misal. Kıstıranlara küfredicem bol bol ama en çok da özgürlüğümü kucaklayıp, tadını çıkarıcam. O da herşeye bedel zaten !


18 Nisan 2013 Perşembe

Erkekten arkadaş olmaz, hele müdürden asla Vol. 2 !

Ofiste iyice işler saçmalamaya başladı. Gün sayarken burdan kaçmak için, işin iyice suyu çıktı. Katil olmadan ya da şu erkek müdürün ağzına iki tane çakmadan işten ayrılabilirsem kendime sabır madalyası takıcam.

Pazartesi ofise geldim, müdür hafta sonumun nasıl geçtiğini sordu. Ben de her zamanki gibi bütün arkadaşlarım tarafından ekildiğim, berbat bir hafta sonu geçirmiştim. Ofisteki bir kız arkadaşım bana bir arkadaşını ayarlama peşinde. Hangi ortama girsem, senin gibi kız neden bunca yıldır yalnız ki diye şaşıp, sonra da birini ayarlama çabasına giriliyor. Yine aynı durum. Çocuk da fena değil ama benim içimde öyle bir istek olmadığı için çok da umrum değil. Çocuk iç mimar, Milano'da okumuş, burnumun dibinde oturuyor. Eğitimi, işi, ailesi falan on numara. Eh hadi tanışalım madem dedim. Ama çocuk bir türlü müsait olamadı ve görüşemedik, kısaca ekti :) Ben de müdüre bunları anlatıyodum. Adam bir sinirlendi, kırarım bacaklarını kimseyle tanışamazsın diye darladı durdu beni. Size ne dedim en sonunda dayanamayarak. Bütün geldi gitti trip yaptı bana. Bir ara işe kendimi o kadar kaptırmışım ki, bir anda yanağını yanağıma koydu, sonra da öpüp kaçtı. Ne olduğumu şaşırdım. 

Aradan bir kaç saat geçti, benim bağlı olduğum müdür bana kaç yaş aralığında birisiyle çıkmak isteyeceğimi sordu. Max. 30 yaşa kadar diyince, aaa neden öyle diyorsun diye sıkıştırmaya başladı beni. Çocuk ruhluyum ben, yaşı büyük insanla yapmam diyince ama benim sana ayarlayacağım kişi de çocuk ruhlu diye cevap verdi. Anladım ki yolunu yapıyor. Yok istemem ben 30 yaş üstüne abi derim dedikçe, o daha da üstelemeye başladı. Konuyu bir şekilde kapattım. Sonra sana fal bakayım dedi. Başladı falda, "Ay burda biri var, sana adım atmak istiyor da atamıyor. Yaşından korkuyor , sen kaçmasan nasıl mutlu olucaksın vs vs vs". İçim şiştiiii. Bir müdürümün peşkeş çekmesi eksikti şu laçka ofiste.



Az kaldı çıkmama, 1 hafta sonra özgürüm. Yine iş arama derdi, merhaba kariyer.net günleri başlayacak ama olsun napalım hayat bu. Sallamadığım için hiçbir şeyi, bu da çok umrumda değil. Tek hedefim var şu ofiste tacize uğramadan çıkıp, kaçmak...


16 Nisan 2013 Salı

Bahar geldiğinde mi ben böyle olurum? Yoksa böyle olduğumda mı gelir bahar?

Bahar geliyor, ardından da yaz. Herkes için tatil, deniz, güneş demek benim içinse evde saltanat sürmek. Bizimkiler bu hafta yazlığa gidiyor ve ev bana kalıyor. Yanlızlığım benim en büyük mahremiyetim. İki gün arkadaşlarımla görüşsem, üçüncü gün kendimle kalmak isterim. Sessizliği severim, sessizliğin sesini dinlemeyi de.

Her yeni mevsime geçtiğimizde bir sene önceki o mevsimde yaşadıklarım aklıma gelir, neler değişmiş hayatımda şöyle durur bir bakarım. Baharın kokusu, ılık meltemler bile bin tane anıyı çağrıştırıyor.  Bu bahar ile geçen seneki o kadar farklı ki aklıma gelen anılarıma gıcık olmamak elimde değil. Yaz demek son iki yazdır maalesef  "O" demekti. Yapış yapış yaz gecelerini çekilir yapan O'ydu. Ama bir o kadar da eziyetti. Gelir mi, arar mı diye bütün yazı evde oturarak geçirirdim. Umrumda da olmazdı. Aşık olunca çok mala bağlıyorum elimde değil.

Şimdi havalar güzelleşiyor, üstünden ne kadar zaman geçerse geçsin sanki o zaman dilimi hiç olmamış gibi. Evde yalnız olunca ne yapacağımı bilemiyorum. O kadar alışmışım ki o boşlukları, özgürlükleri O'nunla değerlendirmeye, çok garibime gidiyor. Zihin çok garip bir şey, üstünden bir yıl geçmesine rağmen aynı alışkanlıkları arıyor. Ama yine o zihin herşeye alışıyor. Hayat bu, hiç beklenmedik anda beklenmedik yeni alışkanlıklar çıkarabiliyor karşına ;)







13 Nisan 2013 Cumartesi

Vazgeçilmez Olduğunu mu Sanıyorsun?

Birinin vazgeçilmezi olmak ne kadar güzelse, o kadar da kötüdür zannımca. Düşünsene birinin olmazsa olmazısın. Ne kadar büyük bir sorumluluk ister bu. Düşüncelerini, duygularını dürüstlükle dile getiremezsin, üzülür. Her zaman o vazgeçilmez kişi sıfatına uygun hareket etmek zorundasındır aksi düşünülemez bile, hayal kırıklığına uğrar.

Güzel yanı da var şimdi haksızlık etmeyeyim. Birisi senin için deli divane oluyor, seni özlüyor, sen olmadan geleceğe dair tek bir adım atmayı bile düşünemiyor. Tamam belki korkutucu, baskı kurucu ama yine de biz ego düşkünü, pohpohlanmayı çikolataya bile tercih edebilecek kadınlar için muhteşem bir duygu.

Üzülerek söylüyorum asla birinin vazgeçilmezi olamadım. Hayatımda kalıcılığı olan kimse olmadığına göre belki benim için de birileri vazgeçilmez olmadı. Ha gidenin arkasından az ağlayıp, yalvarıp yakarmadım mı? Hem de nasıl !! Sonuç ?? Giden er ya da geç unutluyor, yani vazgeçiliyor ondan. Şimdi buradan yola çıkarak kimse kimsenin vazgeçilmezi değildir diyebilir miyiz? Bence diyebiliriz, hatta dedim gitti...


1 Nisan 2013 Pazartesi

Erkekten arkadaş olmaz, hele müdüründen asla !

Yeni iş, yeni ofis, yeni insanlar malum. Ofiste kadın hakimiyetinin yanı sıra tek  erkek var. O da firmanın kâr ortağı. Ben mizaç olarak sıcak kanlıyımdır, çok kolay iletişim kurarım. Kadınların aksine erkeklerle daha rahat anlaşırım. Onlarla herşeyi konuşabilir, kaprislerini çekmek zorunda kalmam. Gerçekten zaman zaman hemcinslerimden ve kendimden nefret ettiğim olabiliyor. Hep bu östrojen denen bok yüzünden.Cem Yılmaz'ın dediği gibi dijital kafalar...

Her ne kadar erkeklerle çok iyi anlaşsam da erkek milletinde garip bir algı var. Bir kadın onlara sıcak davranıyorsa, kesin onlardan hoşlandığımızı düşünüyorlar. Arkadaşlık boyutundan sapıyor. Bugüne kadar çok samimi olduğum erkek arkadaşlarımın çok azıyla arkadaş kalabildim. İçimde duygular olmayınca çok rahat davranıyorum, bu da sanırım hoşlarına gidiyor, bilemiyorum. Kadınlar hisseder ya karşısındakinin bir şey hissedip hissetmediğini, ben de hissediyorum haliyle. Ama konu oraya gelmesin diye bin tane takla atıyorum. Bazen kaçınılmaz son oluyor, bazen de paçayı yırtıyorum. Sonuç olarak hep sarpa sarıyor. Yine aynı saçma durumun içerisindeyim ama bu sefer ki maalesef yaşıtım değil ve maalesef ki kendisi müdürüm. Firma kurumsal olmayınca herkeste bir enseye şaplak g.te parmak durumu söz konusu. İlk hafta herhalde herkese böyle davranıyor, bana özel değil diye düşünmüştüm. Daha sonra işin rengi sıçtın sarısına döndü. 

Ev arıyor bu müdür bizim oralarda. Ben de bir kaç yer önerdim. Telefon numaramı aldı. Her gün ofisten erken çıkan adam benimle aynı saatte çıkmaya başladı. Arkadaşımla rakı balık yapacağımız yere bıraktı. Arkasından lüzumsuz çok içme, dikkatli ol gibisinden mesajlar attı. Bir kaç gün sonra işten geç çıkmam gerekti, bekledi bekledi çıktı. Daha sonra mesaj atıp, çıktın mı diye sordu ve yemeğe davet etti. Sürekli kibarca bir reddetme halindeyim. Ofisteki en büyük eğlencesi benim, durup durup benimle uğraşıyor. Kahvaltıya çağırmalar, gittiğim yerleri sormalar başladı. En son nokta olarak geçen gün, "Güzel yüzlü kız" diye mesaj attı. Hadi bir şey sorduğunda reddederek cevap verebiliyorum ama böyle mesaja ne yazıcam? Cevap versem bir dert, vermesem bir dert. Öyle zor durumda bırakıyor ki beni. Her saniye bizim odamızda, sürekli yüz yüzeyiz. Cevap vermedim yine de. Adam 38 yaşında, evlenmiş boşanmış, bok gibi parası olan, tombik, piç bir tip. Sürekli evlilik konuşmaları yapıyor. Sık dişini, çıkacaksın nasılsa diyorum ama daha bir ayım var. Napıcam bilmiyorum. Sevgilim var numarasını yapmak için çok geç, herkes biliyor kimse olmadığını. Boğuluyorum resmen.İki yüz vermeye, kibarlığa gelmiyor bu erkekler. Hemen saldıraya geçiyorlar. 

Gelecekteki bana not :  Sen sen ol, erkeklere samimi davranma, güleryüz hiç gösterme. Belden aşağı muhabbetlere sakına girme, erkekler erkek gibi olabiliyorsun çünkü. Yapma! Aka boka gülen bir insansın, gülmemeye çalış. Şimdi uslu bir kız ol ve edebinle sessiz sessiz otur. Afferin.


27 Mart 2013 Çarşamba

Yatak Muhabbeti

Üniversiteden bir kız arkadaşım var. Cinselliği rahat yaşan bir tiptir. Tek gecelik ilişkiden tutun da, canı istediği zaman arayacağı erkek arkadaş listesine sahip olacak kadar rahattır. Benlik bir durum değil, yargıladığım düşünülmesin sadece ben duygusal bir bağımın olmadığı birine dokunamam. Bu arkadaşım zaten yaşadıklarını öyle komik anlatır ki iş erotizmden çıkar tamamen komedi filmine dönüşür. Yargılamak imkansızlasır. Bu arada evet okuyan erkekler varsa, biz kadınlar her ince detayı aramızda konuşuruz. İstersek itin g.tüne sokar, istersek de o geceyi yüceltiriz. 

İşte bu kız arkadaşım uzun süreden sonra ilk kez normal bir ilişkisi oldu ve kendine koyduğu 15 günden önce birlikte olmicaz kotasını doldurdu ve büyük gün geldi. Bizde oturduk ilk gece üzerine konuşup, o günün haritasını çıkardık. İlki her zaman kötü olur, insan elini ayağını nereye koyacağını bilemez. Şimdi şu pozisyona geçsem, oha kaşar her boku biliyor damgası yiceksin, kendini sınırlasan yeni gelin gibi duracaksın. Bunları düşünürken de konsantrasyon falan sıfırlanacak. Erkek tarafı kesin ilkinde erken boşalacak, "Normalde böyle değilimdir, heyecandan." diye saçmalayacak. Sen teselli edeceksin, olur aslanım önümüzdeki maçlara bakalım tadında destek olacaksın. İş bitince garip bir gerginlik olacak. Sanki 5 dk önce çatır çatır sevişen o çift değilmiş gibi bir utangaçlık, oramı buramı kapıyım derdi baş gösterecek. Offff yazarken bile içim sıkıldı. Bizimkinin de ilk gecesi aynen böyle olmuş nitekim. Üstüne bir de bu gerginlik bizimkine gaz yapmış, bütün gece kasmış kendini kaçırmasın diye =)) 

Bunları konuşurken otomatikman aklıma "O" geldi. İlk ve son sevişmelerimiz ve diğerleri...Herşey bittikten sonraki o soğukluğu, dış kapının dış mandalıymışım gibi davranması, kendimi ne kadar kötü hissettiğim... Sonra sevdiğim yanları aklıma geldi. Adam yanımda osurmuştu da poposunu ısırarak sevesim gelmişti. Benim gibi ayaktan tiksinen insan, onun ayağına sarılıp, yanağımı dayayıp öpmeye bayılıyordum. Hiç geğirmedi yanımda ama onu yapsa bu sefer de ağzını öpmek isterdim, eminim. Öyle çok severdim onu, kokusunu, sevişirken onunla gülmeyi, gözlerine bir anda inen o gölgeyi, saniyelik de olsa bakışının sıcaklığını... Hayatımda görüp görebileceğim uyurken güzel olan tek erkekti. Küçük bir erkek çocuğu gibi gözükür, sessiz kıpırtısız uyurdu öylecene. Bir gece beraber uyuduk sadece ve ben bir saniyesini bile kaçırmamak için sabaha kadar bana yüzü dönük olduğu sürece onu seyrettim. Her gün dua ediyorum nolur ben bir daha kimseye böyle aşık olmayayım, bu kadar aklımı kaybedip kendimi teslim etmiyim diye. Bir daha kendimi o kadar savunmasız görmektense, ömür boyu yalnızlığı tercih ederim...





25 Mart 2013 Pazartesi

Bir nişan macerası

Hafta sonu en yakın kız arkadaşlarımdan birini nişanladık. İki ay evvel de diğer yakın arkadaşım nişanlandı. İlkokul arkadaşım da bu hafta sonu nişanlandı. Diğerleri ciddi ilişkiler kurdu. Ben sap geldim sap gitmeye devam. Evlenmek istemiyorum ben yeeaaa diye dolanırken, oha noluyor ya herkes yuva kurma yolunda diye ufak bir şok yaşadım. 

Şu mahalle baskısı valla kötü şey. Hafta sonu nişan seramonisi boyunca hep aynı cümleyi duydum, "Hadi artık, sıra sende, darısı başına." Ortamda ne kadar bekar erkek varsa hepsine bir beni yamamaya çalışma halleri. Nişanlanan kız arkadaşımda tribüncü bir kızdır, bütün arkadaşları erkek. Damadın abisinden tutun da, damadın en yakın arkadaşlarına kadar geçen sene hepsini bana ayarlamaya çalıştıkları için bütün gece köşe kapmaca oynadım. Aralarından en samimi olduğum bir arkadaşımızın kanatları altına gireyim de korusun beni yamyamlardan dedim, adam 5 dubleden sonra bıraksam evlenme teklif edecekti. Kimseye de güvenilmiyor yani, en sonunda damadın yanına çöktüm de nefes aldım. 60 kişilik nişan da 7 kız olur mu ya? Slow şarkı çaldığında aman dansa kalkmayalım diye, kafamı rakı bardağına gizlemeye çalışmaktan hayatımın rekorunu kırıp 6 kadeh rakı içtim. Gecenin sonunda halay çekiyordum elimde Fenerbahçe atkısıyla. Zaten nişan desen nişanla alakası yoktu, bildiğin tribün show. Marşlar, tezahuratlar, etrafta amigolar. Hayatımda böyle nişan görmedim, düğünü düşünemiyorum.

Niye sıra bende ya, niye darısı başıma? Ufaktım ben daha, küçük bir kızdım. Herkes ne ara evlenecek kadar büyüdü? Ben küçük kaldım da onlar mı büyüdü? Ben kalp kırıklıklarımla o kadar mı meşguldüm de anlayamadım 26 yaşıma geldiğimi? Bu kadar mı çok kırıldım da korkar oldum erkeklerden? Ne ara uçup gitti yıllar? İyiydim ben böyle, kafa dinliyordum. Recover moduna almıştım kendimi. Bir arkadaşımın lafı vardır, "Çok erkek, hiç erkektir." diye. Onu motto edinmiştim kendime. Erkeklerden uzaktan uzağa tiksinerek yaşamak iyi gelmişti bana. Nerden çıktı şimdi bu ev bark meseleleri? Off kafamda deli sorular...



17 Mart 2013 Pazar

Bir bahtsız bedevi



Yeni bir sendrom keşfettim. "Eski işine saplanıp kalma" sendromu. Yeni işime başladım malum. Daha ilk günden, eski iş yerimdeki alışkanlıklarımı aramaya başladım. Konsomatris gibi o masadan bu masaya bütün gün gezinip durur, iş temposundan yoruldum mu aşağı arkadaşlarımla iner sigara içerdim. Öğlen kahve keyfimiz vardı. Yeni işimde toplam zaten 7 kişiyiz. Biri sahibi, biri sekreter, biri şoför, biri müdürüm olduğunu düşünürsek öyle eskisi gibi dolanamıyorum ofiste. Eski işimi nasıl da çok özlediğimi fark ediyorum her gün. 


Sözüm vardı kedime bir daha kadın çoğunlukta olan bir ofiste çalışmam diye. Erkeklerle çalışmak öyle kolay ve keyifli ki. Hemcinslerimle daha zor anlaşabiliyorum sanki. Maalesef bu ofis kadın çoğunluklu. Başta korkarak gittim ama hepsi çok şeker, yaş ortalaması 40 olmasına rağmen sürekli bel altı espiriler yapabiliyorum. Tam bir Sex and The City havası esiyor ofiste. Serbest kıyafet giyiyorlar, eşortmanla geldikleri oluyor. Ofisin içinde sigara içiliyor. Evden işe gitmem tam 15 dk sürüyor ve muazzam bir adalar manzarası olan masam var. Buraya kadar herşey harika ama bundan sonrası korku filmi gibi. Çünkü iş tanımı konusunda biraz saf davranmışım ya da onlar eksik anlatmış. Organizasyonların hepsini hafta sonuna alıyorlar, iki organizasyonu birleştiriyorlar ki oteli 15 günlüğüne kapatıp daha az para ödesinler. Hal böyle olunca 15 gün tatilin olmadan çalışıyorsun. Aman toplantılar akşam üstü 5 gibi biter sonra otelin keyfini çıkarırım diyordum. Toplantı odasının önüne kurulan deskte sabah 8, akşam en erken 10 a kadar durmak zorundaymışım  ve bunu 15 gün boyunca yapmam gerekiyor. Verirler 4 bin  lira maaş hadi katlanırsın. E bunun yarısını veriyorlar yol da yok üstelik. Benim gibi ev kuşu birine göre değil bu iş. Ben Nişantaşın'da ünlü bir restoran zincirinin kurumsal iletişim müdürlüğünü reddettim her gece parti organizasyonu var diye. Kısacası işe başlamamın 3. gününde bu iş bana göre değil diye kafaya koydum. Önümüzdeki hafta 9 günlüğüne organizasyona gidiyorum, dönüşünde de müdürle konuşup bir aylık maceramı sonlandırmış olucam. Ondan sonra da merhaba cv güncelleme, naber kariyer.net günlerime geri dönücem.

 Beklentisiz hayat felsefesi 10 numara, 5 yıldız bir şeymiş. Hiç umrumda değil bu olanlar. Bundan sonrası da umrumda değil. Hani deliliğe vurursun, gelişine göre vurursun ya hayatta. Dünya ve minareyle alakalı ahlaksız bir söz de vardır bu konuyla alakalı. Çok kibarım yazamıyorum. Hah işte aynen öyleyim. Neyse sevgili şans, sen meşgulsun galiba. Ok, kib, bye.




6 Mart 2013 Çarşamba

Gelsin hayat bildiği gibi


İşten ayrıldığımdan beri ne kadar çok şey değişti hayatımda. Dört ay bu, boru değil. Koca bir kışı evde oturarak, bol bol düşünerek geçirdim. Çoğu zaman düşün düşün boktur işin modeliydi benimki. Kolay değildi alıştığım hayatımdan vazgeçmek. Çok yalnız kaldım, sorguladım, öfkelendim, beddualar okudum, affettim, küstüm, en çok da kendimle hesaplaştım. Ağlamama, güçlü gözükme çabam bütün enerjimi çalıp gitti. Ne kadar büyüdüğümü gördüm.

 Bana yaradığını söyleyen çok. Hayatımda önemi, yeri büyük insanlar çıktı gitti. Bir kere "O" gitti, özür bile dilemeden, kozalaklığına doyamadan, tam da ona yakışır bir şekilde. Ufak ufak yolunu yaptığı sonu, istediği noktaya getirdi. Sonradan düşününce fark ettim kavga ettiğimiz gün artık dayanamıyorum dediğimde, "sonunda" dediğini.  Hiç girmemiş, hayatlarımız birbirine değmemiş gibi silindi gitti her şey. Onun tarzı bu. Hayatına soktuğu kadınların, ağızlarına anılarına sıçıp sıvamadan çekip gitmez. Yine öyle yaptı, hiç değer vermemiş gibi, bir özürü bile hak etmiyormuşum gibi...

Dostlarımı da tanımış oldum. İşteyken çok yakın olduğumuzu sandığım, bana değer verip, dost olarak gördüğünü zannettiğim insanın, ben işten ayrılınca ne kadar farklı olduğunu gördüm. Sadece bir kere aradı, o da ayrıldığım gündü. Herhalde işte de yokluğumu hissetmemiş olacak ki, yurt dışından ofise döndüğünde bile aramadı. İnsan hazmedemiyor bazı şeyleri. Yakın arkadaşlarımdan biri, onu arayıp her gün ağlamama, çok yalnızım, çok mutsuzum dememe rağmen bir kere bile aramadı beni, görüşmedi benimle. Anladım ki eski dostunu bile tanıyamıyormuşsun, bazen sadece iyi gün dostu oluveriyormuş en yakın arkadaşlar. Bütün arkadaşlarım mı kötü, hayırsız. Hayır. Hiç beklemediklerim inanılmaz destek oldu, mutlu olayım, girdiğim depresyondan çıkayım diye elinden geleni yaptı. Bir kere daha anladım ki, iyi günde gezip tozacağım arkadaşlarım olacağına, kötü günde omuzuna başımı dayayabileceğim tek bir arkadaşım olsun yeter. Ömür boyu haklarını ödeyemeyeceğim bir kredileri var bende.

Bol bol film seyrettim, kitap okudum, spor yaptım. Hayatımda görmediğim kaslarımla tanışıp, hiç sahip olamadığım ince belime kavuştum. Her gün sahilde oturdum, denizi seyrettim. Yoga yaptım, burnumu yere değdirebiliyorum artık. Bu omursuzları göre göre benim omuriliğim esnedi de esnedi. Araba kullanmayı öğrendim. E5'de 120 ile gidebildiğimi fark ettim. Anneme inat, annemi de alıp arabayla gezinip durdum. Ona buna bir sürü atkı ördüm, şeker hamuruyla kurabiye yapmayı da öğrendim. Garip garip adamlarla uğraştım, yüz vermedim, kimseyi içim almadı. Babam zor günler geçirdi, üzüldü, yıprandı. Ben de onunla kahroldum durdum. Yapmak istediğim her şeyi yaptım. Günlerce makyajsız gezmenin tadını çıkardım. Umurumda olmadı insanlar. Bir tek saçımı siyaha boyatamadım, kıyamadım. Oysa depresyon ritüelimin birinci sırasındaydı.

Şimdi bunların hepsi geride kaldı. Yeni bir başlangıcım var. Yeni bir iş. Evime yakın oldu diye sevindiğim işim, bol seyahatli çıktı. Ay sonuna kadar şehir dışında olacağımı, evet dediğim ilk gün öğrendim. Karşıdaki gül  gibi işi reddedip, burnumun dibindeki işi seçmem çok işe yaradı cidden. Hiç bir şeyin tesadüf ya da nedensiz olduğunu düşünmüyorum. Bu da değildir elbet. Nasılsa bir beklentim yok gelecekten. O yüzden bu iş iyi çıkmış, çıkmamış hiç umurumda değil. Yani Sezen'in de dediği gibi, "Gelsin hayat bildiği gibi gelsin, işimiz bu yaşamak."


28 Şubat 2013 Perşembe

Bebek'te üç beş tur atalım

Her yeni yılın başında "To Do List" yaparım. Bazı maddeleri gerçekleştirir, bazısınınsa cesaret edip yanına bile yaklaşamam. Listemin her zaman ilk maddesi, "Bu yıl araba kullanmayı öğreneceğim." olur. Araba kullanmaktan çok korktuğum için hiç bir zaman bu maddeyi gerçekleştiremem. Bu sene liste yapmadığımdan mıdır nedir, bir sabah gözümü açtım ve ben bugün araba kullanıcam dedim. Bana araba kullanmayı öğretecek çelik gibi sinirleri olan da biri etrafımda olmadığı için özel ders almaya karar verdim. Çalışmıyorum, beş kuruş param yok malum.  Grupon sitelerinde evime çok yakın, ucuz bir kurs buldum. Otomatik araç kullanacağımı söyleyerek hemen randevumu aldım.

 Nasıl gaza geldim, nasıl mutluyum. Beni gören atomu parçaladım sanabilir. Herkese de mesaj attım, heyoo ben araba kullanıcam diye. Öyle mühim bir durum. Güle oynaya kursa gittim, ton ton sürüş hocamın peşine takılıp otoparka indik. Bir baktım kullanacağım araç jeep. Yok artık, ben nasıl kullanayım götü antartika kadar olan arabayı? Zaten ölümüne korkuyorum. Neyse bindik arabaya, indik sahile, oturdum direksiyona. Ama bir gariplik var sanki. Gaz tamam, fren tamam. İyi de bu debriyajın ne işi var burada?! Hoca dünyadan bir haber, otomatik istediğimden haberi yok. Hadi gidelim otomatikle değiştirelim diyorum. Adam, kem küm. Otomatik arabaları yokmuş ellerinde, iyi mi? Yok ebeni yani, canım burası hangi çöl? Ben bir bedeviyim de, her an her şey gelebilir başıma. Ondan yani! Benim omuzlar çöktü, alt dudak düştü. Elinden şekeri alınmış küçük kız hırçınlığı da cabası. “O” hep böyle derdi. Ne zaman olmasını istediği bir şeyi birilerine anlatsa, olmuyor diye hayıflanırdı. Vallahi doğruymuş arkadaş. İş görüşmeleri olmuyor, aşk olmuyor, koyduğumun direksiyon dersi bile olmuyor. Bundan sonra gerçekleşmeden kimseye bir şey demeyeceğim. Neyse eve geldim, telefon çaldı. Haftaya otomatik arabamız gelecek o zaman kullanırsınız dediler. Napalım, olur dedim. O ürkek ceylan, korkak tavuk ben meğerse gizli bir trafik canavarı, bir rallicinin yandan yemişiymişim. Tahmin ediyordum trafikte asabi olacağımı ama pencere açıp el kol yapacağımı, ona buna korna çalacağımı, kamyon falan sollayacağımı hiç düşünmezdim. Ne özgüven varmış meğerse bende. Park konusuna değinmeyeceğim lakin geri gitme özürlüsüyüm. Hocalar doğuştan yetenekli olduğumda karar kıldılar, ben araba kullanmak için doğmuşum J Bunları duyunca kendimi alnımdan öpmek, bu güne kadar tırstığım için de ağzıma iki tane çakmak istedim.

Bir de sanırım ben bir cüceyim. Anam, babam hobit, dedem de Frodo’ymuş. Çünkü araba kullanırken hiçbir şey göremiyorum. O kör nokta dedikleri şey benim için arabanın her yeri. Dönüşlerim falan tamamen iç güdüsel. Fino köpeği gibi araba kullanan kadınlara gülerdim, tüü bana. Cama yapışan sinekler gibiyim dönüşlerde, parklarda. Görmüyorum işte napim. Bir de hocam sağolsun, bir sokağa sapacağımız zaman hep son dakikada söylüyor. Kör gözümle dalıyorum zınk diye. Sevgili İstanbul’lular canınızı benden koruyun canlarım.

Yurdum insanın zeka seviyesini de araba kullanmaya başlayınca öğrenmem kötü oldu. Mal gibi yol ortasından yürüyenler, sol şeritte bir anda dörtlü yakıp duranlar, sinyalsiz önüne kıran davarlar, piçliğine pis pis sırıtarak sıkıştıranlar, hepiniz bebişlerimsiniz. Isırarak hepinizi öpmek (!) istiyorum.