24 Mayıs 2013 Cuma

Spor Salonu Gözlemleri Vol.2

Malum işsizim, vakitten bol başka bir şeyim yok. Depresyona girince iştahı bıçak gibi kesilen, mutluluk bir tarafına batınca da camış gibi yiyenlerdenim. Hem yemeğe abanıp hem de evde oturmak olmaz dimi? Yaz geliyor, popo altı etekler şortlar rafta bekliyorken ben kanepede popo çukuru oluşturamam dedim ve spora iyice ağırlık verdim.

Geçen sene başında depresyon yüzünden spora yazılan ben, bu sefer de can sıkıntısından dört elle asıldım spora. Tamam itiraf ediyorum, spora yazılırken hala "O" hayatımdaydı ve popom biraz şekillensin bacaklarım güçlensin ki gözüne gireyim derdindeydim. Yazık çabalarım sonuç verdi ama "O" bunu göremiyor. ha ha ha aman ne üzüldüm! Neyse, 6 aydır düzenli pilatese gidiyorum. Eskiden akşamları iş çıkışında giderdim etraf kaslı, bal dök yala adamlarla kaynardı. Ama sabah grubu adeta bir Seda Sayan konuk tribünü tadında. Bir kaç erkek dışında her yer kadın, hem de yaş ortalaması 45 ! Bıngıl bıngıl ablalarla, pilates yapıyorum.

Arkadaş yemişim fitnessı, bu pilates kadar zor şey görmedim hayatımda. İddia ediyorum 100 kg bench press de basan abiler, bu pilates denen kabusu yapamaz! Bildiğin ağlıyorum, bazen hoca o kadar yükleniyor ki sinirim bozuluyor ana avrat küfredesim geliyor.  Hatta hay amk senin dediğim de oldu. Zerre kg vermedim ama bir beden küçüldüm naberrrr. Popom uçan balon gibi yukarı çıktı, karnımda ilginç bir V kası oluştu ve evet artık su kapağı bile açamayan kollarımla kendi gövdemi havaya kaldırabiliyorum. Kalflarım için aynı övgülerde bulunamicam çünkü zaten Roberto Carlos gibiydi artık iyice tescillendi. Topuklu ayakkabı giydiğimde yanlardan bile fırlıyorlar. Ağladım, sızladım ama neyse ki değdi.

Her gün spora gide gide insan çevre de yapıyor. Hocalar bir numaraları yeni kankalarım. Gündüz çok tenha olduğu için gitmiyim muhabbet edelim diye çayı kahveyi önüme dayayıp duruyorlar. Gideyim ben artık diyorum hiç de acımaları yok, şlakkkk diye işin yok gücün yok, nereye diye yapıştırıyorlar lafı. Böyle günde 5-6 saatimi sporda geçire geçire nişanlarına, düğünlerine davet edilen insan bile oldum. Hepsi dünya ahiret bacım olduğundan, pislik muhabbetlerin dibine de vurabiliyoruz. Valla çok eğleniyorum. İçimdeki öküzü ehlileştireyim dedikçe, daha da coşuyorum onlarla. Bu gidişle işe mişe siktiri çekip ya pilates ya yoga hocası olup orda işe giricem. 





14 Mayıs 2013 Salı

Özlediklerim...

Özlediklerim var benim. Ne kadar kızsam da, ne kadar canım yansa da asla özlemekten vazgeçmediklerim...
İnsanı en çok sevdikleri üzermiş, değer vermediklerin zarar veremezmiş kalbine. Benim de öyle. Hep en çok sevdiklerim üzdü beni. Çünkü ben sevince çok içten, saf, en çıplak halimle sevdim onları.

Bilirsin kalbin derinliklerinde herkesin sırları vardır. Bazen kendin bile yüzleşemezsin. Hayattaki en büyük mahremimi açtım ben sevdiklerime. Hayatta her zaman karşına böyleleri çıkmaz. İnsanın onlarca dostu olmaz ki zaten. Ne yazık ki ben o nadir bulunan dostlarımı tutamadım yanımda. En çok onlar acıttı canımı. Uzatamadım elimi, adım atamadım, sindiremedim, kabullenemedim... Affediciliğimin tükendiği noktada bir daha  cesaret edemedim, bir daha canımın yanmasını göze alamadım. Hep geride, anılarda bıraktım dostlarımı.

Hepsini o kadar çok özlüyorum ki... Özlemek insanın en büyük laneti olmalı, bu kadar can acımazdı yoksa. Özlemek, aldığım nefes bile olabilir. Ciğerlerimin bu kadar yanmasının başka bir açıklaması olamaz. Ne kadar zaman girerse girsin, yaralarım açıkta küf tutmuş olsun yine de onları çok ama çok özlüyorum. Bazen rüyalarıma giriyorlar. İşte o zaman geçmiş geride kalıyor. Sıkıca sarılıyorum, kokularını içime çekiyorum sanki rüyalarımın kontrolü bendeymiş gibi. Kahkahalar atıyorum onlarla. Rüyalarımda yeniden eski ben oluyorum. Uyanıyorum, göz yaşlarım kulak içlerime akıp göller oluşturuyor. Canım yanıyor. Yanımda olsalar keşke hiç gitmemiş olsalar diyorum. Kim bilir belki de ben onları değil, onların yanında olabildiğim o kızı özlüyorum...




7 Mayıs 2013 Salı

Everything's gonna be alright?



Hayatta herşeyin başı sağlık klişesinin doğruluğunu deneyimlediğim günlerdeyiz. Bize hiç bir şey olmaz, önümüzde uzun sağlıklı bir yaşam varmış gibi düşünürüz. Anne, babalarımız sanki bir ömür yanımızda olacakmış, onlara hiç bir şey olmayacakmış gibi yaşarız. Ama işte öyle değil. Çevremde annesini kaybetmiş bir, babasını kaybetmiş üç arkadaşım var. Nasıl bir acı olduğunu da şahit olarak yaşadım. Ama yine de insan bunları unutabiliyor.

Bizim ailede kanser çok yaygın bir hastalık. Annemin kuzenleri, anneannemin kız kardeşleri meme kanserinden, babamın babası bağırsak kanseri, amcamsa akciğer kanserinden öldü. Ben de, ailem de birer potansiyel taşıyıcı. Artık kanser grip gibi yaygınlaştığı için, bu hastalık karşısındaki tepkimiz de olağanlaştı. Ama işte insanın en sevdiğinin başına gelmesi karşısında hiç de olağan karşılanmıyormuş.

İki gündür annemle perişan bir şekilde hastanedeyiz. Annem iki aydır diare. Günlük hayatını etkilemeye, sokaktan eve zor yetişmeye başladı. Hep doktora gitmesi gerektiğini, bunun normal olmadığı söyledim durdum. Köyde mi büyüdün, cahil misin be kadın?! Erken tanı diye bir şey hayatında duymadın mı sen? 

İşten ayrılır ayrılmaz hadi artık böyle olmayacak diyip annemi zorla doktora götürdüm. Doktorun tepkisi bizi bayağı bir korkuttu. Öyle nokta atışı sorular sordu ki keyfimiz iyice kaçtı. Sorduğu her belirti annemde vardı. Kilo da kaybetti oldukça. Neden bu kadar gelmekte geciktiğimizi sorduğu an başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Doktor, pankreas kanserinden şüphelendiğini ailede kanser olup olmadığını sorduğunda,gövdem odada ama zihnim çoktan başka diyara göçmüştü.

Sonu gelmeyen testler, tahliller, korku dolu göz yaşları... Annem çok evhamlı bir kadındır. Direk ben çok gencim, torunlarımı görmek istiyoruma bağladı. Ciddi bir şey olmadığına eminim dedikçe, o kafasında senaryolar yazdı. Nasıl moral vereceğimi bilemedim. Yanımızda kimse yoktu. O an insanın hayatında bir kardeşi olmalı  dedim. Ben tek başıma nasıl kaldırırım bunca şeyi?

Testlerin sonuçları geldi. Herşey tertemiz çıktı. Ama bu iyi haber gibi gözükse de aslında değil. Çünkü annem hasta bunu görebiliyorum. Kolonoskopide karar kılındı son çare. O da hayatımda duyduğum en iğrenç şey ya neyse sağlık için katlanıyor insan. Haftaya sonuçları gelecek. Bir hafta insan nasıl bekler ki? Kendimi iyi olacak diye inandırmaya çalışıyorum. Kan değerleri normal, hasta değil annem diyorum ama çok korkuyorum. Yalnızlık ne demek çok iyi biliyorum ama canından can kopması nedir bilmiyorum. Bu bir haftayı düşünerek geçirmesin diye annemi yazlığa yolluyorum ama ben akıl sağlığımı napıcam onu da bilmiyorum. 

Herşey neden bu kadar kötüye gidiyor anlayamıyorum. Umut ediyorum sürekli ama olmuyor işte. Bir yer de pick yapacak ve düzelecek herşey diyorum ama sadece kendim söylüyor kendim dinliyorum. Neyse yine söylüyorum düzelecek, düzelecek, düzelecek...





4 Mayıs 2013 Cumartesi

Fotoğraflar Anılara Karşı

Bilgisayarım çöktü geçenlerde. Beş senedir aynı laptopu kullanıyorum ve yıllar içinde bir sürü fotoğraf, müzik, dosya biriktirmiştim. Benim gibi yazarak içini boşaltan birinin bir sürü yazı biriktirmesi doğal. Ve bütün bu senelerce biriktirdiklerim yok oldu gitti. Harici belleğim bozuldu, yedeklerimin bir bölümünü kurtarabildim.

Kurtardığım fotoğrafları klasörlerken bir garip oldum. Fotoğraf silmeye kıyamam ben. İnsanlar sevgililerinden ayrılır ilk olarak anılarını silip, yok eder. Bense göremeyeceğim bir yere koyar, acısı dinince açıp bakar, o günleri gülümseyerek hatırlar, o anıdan bu anıya sürüklenirim. Fotoğraf dediğin güzel anların karesidir. Dolayısıyla baktıkça mutlu oluyorum.

Anılarıma tek tek bakarken her gelen yılın bir öncekini arattığını fark ettim. Hayat ne garip, büyüdükçe bilinçleniyorsun. Bilinçlendikçe hayat seni tatmin etmemeye başlıyor ve problemler büyüyor. Geçmişe baktıkça ne kadar çok sevdiğim insanın hayatımdan kayıp gittiğini görüyorum.

Beş yıl birlikte olduğum ve sonrasında da en son iki buçuk yıl çıktığım erkek arkadaşımın fotoğraflarını buldum. İnsan olarak hala onları çok seviyorum. Aklımda hiç bir kötü anı yok. Güzel günlerin anılarına bakmak da içimi acıtmıyor. Demek ki içimdeki her şey bitmiş onlara karşı.

Eski telefonumun içindekileri de yedeklemişim zamanında. O kadar çok "O" na dair fotoğraf var ki laptopu kırasım geldi. Zaten "O"nsuz geçen ilk yaz oldukça flashback yaşatıyor, evde yalnız kaldıkça zihnime üşüşüyor anılar. Bir de yetmiyormuş gibi  görsel olarak da karşıma çıkması mideme krampların girmesine yetti. Yengeç burcu yerine öküz burcu olsaydım keşke.O zaman geçmişi ait olduğu yerde bırakmak daha kolay olurdu. Demek ki neymiş bu fotoğraflar bir kaç sene sonra bakılmak üzere gözden ırak bir yere konulacakmış.

Eski ofisimde işe ilk girdiğimdeki yemek organizasyonlarının fotoğraflarını da buldum. O kadar çok özlüyorum ki eski işimi, arkadaşlarımı elime ofisle alakalı her hangi bir şey geçtiği an burnumun direği sızlıyordu. Sanki o hassasiyetim gitmiş. Yine içim burkuldu bakarken ama ağlamadım, nasıl olduysa :) 

Geçen sefer ki yazımda da yazmıştım. Bence yaşanılanları unutmak diye bir şey yok, sadece alışmak var. Ben de elimden geldiğince alışmışım geçmişin geçmişte kalmasına. Önüme bakmışım, tökezlemişim zaman zaman. Ama işte bazen öyle bir şey oluyor ki anılara dair kokular, yerler, şarkılar, yemekler ve elbette fotoğraflar o alışmak için sarf ettiğin bütün anıları bir anda canlı kanlı karşına çıkarabiliyor. Sanki hiç üstünden zaman geçmemiş ve sen zaten yeterince gidenlere ağlamamışın gibi...