5 Haziran 2013 Çarşamba

Veda


Onu uyurken izlemek… diye başlayıp devamını asla getiremediğim taslak.
“Lan ben napıyorum böyle?” sorusu.
Göğüs kafesimi biraz olsun doldurabilmek için yüz üstü yatıp, istem dışı yorgan siken bir ahmak oluşum.
“Acaba onu bana mı dedi?” umutla karışık pişmanlıkla sotelenmiş fırında zavallılığı.
(Bütün proteini ‘güçlü görünme çabası’ , kalsiyumu ‘duvara yumruk atmamak’ ve vitamini de ‘devam edebilmek’ emiyor.)
Üşenmediğim tek şeyin sen olması.
Rakının ve bu siktiğim balkan müziklerinin olduğu bir dünyada, sana - aşık - olmamak - öyle - zordu ki!
(Bu yazdığım en uzun şey olacak.)
Onu uyurken izlemek… gibi bir şeyle devam etmesi gerekiyordu.
“Aklım kime karışmış?” tasası.
Bak şu gördüğün dağların hepsi bizim. Senin için yarattım.
Bu yaratıcı ruhumu kimden almışım belli değil.
Aşığım dedim, seviyorum! dedim, sevsene dedim, sen de bana aşık ol; bana siktiğim şu değerini verme işte, ölür müsün be adam sen-de ba-na a-şık ol! dedim.
Başka başka ağladığım oldu, arkamı dönmüştüm çoğu zaman; bak şu kulak içi dolu gölleri hep benim.
(Senin için ağladım, beğendin mi?)
Bu gözyaşları faiziyle elbet ödetilecek de dedim, ne faturalar kestim de ödedim ama hep ben ödedim.
Geçenlerde hayvani gıdalara ara verdim, biliyorsun; birtakım şeyleri bırakabilen biri değilim.
Bil: seni bırakabilecek biri değildim.
(İnsan hiç tutamadığı şeyi nasıl bırakabilsindi zaten aptal!)
Bizim oralarda sevgilim; aynı anda olur her şey. Aynı anda ağlar, aynı anda oynarsın. Aynı anda aşık olursun birbirine.
Aynı anda!
Ama alkolün ve bu ezgilerin olduğu bir hayatta, sana aşık olmamak gerçekten mümkün değildi.
Duvarda bileklerimin gölgesi dans ediyor, içimde hala bi şeyler, aklımda bitirdikçe midemde başlaması ve nefes almakta güçlük çektiğimde bir of! ki; böyle of! ‘lar yalnızca çingenelerde görülmüştür.

Bir sigara yak, bir yudum al, bir küfür salla, bir kadın düşün, o kadını biraz düşün, biraz onun tarafından bak, bir kez olsun düşün şu lanet karıyı da; en sevdiğim dudağının kenarında küçük bir tebessüm belirsin, olmaz mı?
Acele etme, ben bekliyorum.
İstediğin yerden devam edersin.
Sen kuruyemiş al henüz market zincirlerine yenilmemiş mahalle bakkalımızdan, ben izleyeceğimiz filmi seçeyim olmaz mı?
 Olmaz tabii şapşal, herşey geride kaldı.
Kendime katlanmam gereken daha bir ömür olması midemi bulandırıyor ve eğer kalıp bana katlansaydın dünyanın mutlu olan sayılı insanlarindan olurdum.
-E ne yapacağım şimdi ben bu duyguyu?
-Götüne sokarsın tatlım.
Çünkü hayat; sabahın 6’sında evin balkonunda, tek elinle alnına destek olup sigara içmektir.
(Gelişine vurmaktan başka yol bilmiyorum ki.)
Beni galiba sevdiysen bu güzel bi şey.
Sert çikolatalar, heves kıran insanlar, evde su kalmaması ve teki bozulmuş kulaklık hiç güzel olmayan birkaç şey.
Burada biraz dur. Devam edersin.
İstediğin zaman devam edebilirsin.
Zararın neresinden dönersen dön, karşıdan gelen kadına çarpacaksın.
Kan kaybediyor.
Hep kaybediyor.
Evet, bütün güzel ablalar; evin balkonunda tek başına ağlıyor.
Gerçi sen nereden bileceksin.
(Senin güzelden anladığını sikeyim!)
Sonra biraz düşündüm, sahip olduğum zaten hiçbir şeyi mi bırakıp uzaklara gideceğim?
Olmayan seni mi sevmekten vazgeçeceğim?
İnsan yok yere canı acıyınca, başkalarıyla hesaplaşıyor.
Sıradaki mutsuzluk benden sana girsin.
İnsanların dış görünüşlerini, fikirlerini, hayallerini, kültürlerini hatta cebindekileri bile küçümseyebilirsin; ama iş o acıya geldiğinde bayım, simitçi de bir kıza aşık olmuştu, devletin saygın memuru da, pavyonda şarkı söyleyen kadın da, baban da, çöpte yatan o deli adam da ve sen kim oluyorsun ki bu acıyı çektiğim için beni küçük göreceksin?
Ve sen böyle güzel ‘adam’ kokarken sevgilim; Allah da artık belamı keşke versin ama sana aşık olmamak, beni affet ki imkansızdı.
Hoşçakal...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder